
14 Aralık 2025 Pazar

Peygamberler, görevlerinin ağırlığına rağmen hizmetleri karşılığında en ufak bir ücret talep etmemişlerdir. Bu durum, dinden geçinmenin değil, dini hayatın her alanına taşımanın önemini gösteren temel bir rehberliktir.
TİCARET VE PEYGAMBERLİK: DİNDEN GEÇİNMEMEK
Peygamberler silsilesinin asla hizmetlerine karşılık bir ücret istemediği ilkesidir: “Onlar dinden konuştular, ama dinden geçinmediler.”
PEYGAMBERLERIN GEÇİM KAYNAĞI: EL EMEĞİ VE İSTİĞNA
Tüm peygamberler, bakmakla yükümlü oldukları aileleri olmasına rağmen, geçimlerini kendi emekleriyle sağlamıştır.
Peygamberlerin Meslekleri: Hz. Âdem’in çiftçi, Hz. Nuh’un marangoz, Hz. İdris’in terzi, Hz. Dâvut’un demirci olduğu örnekleri verilerek, tüm peygamberlerin kendi ellerinin emeği ile geçindi.
İstiğna (Gönül Zenginliği): Başkasından bir şey istememek, el açmamak bir Müslümanın en önemli vasfıdır. Hz. Peygamber (s.a.v), sahabelerine, “Başkalarının elinde olana göz dikme ki insanlar seni sevsin” tavsiyesinde bulunmuştur.
En Hayırlı Kazanç: Hz. Peygamber (s.a.v), en helal ve temiz kazancın, “kişinin elinin emeğiyle makbul ve meşru alım satım yaparak elde ettiği kazanç” olduğunu beyan etmiştir.
TİCARETİN FAZİLETİ VE CİHADLA KIYASLANMASI
Ticaretin doğru ahlakla yapılması, en yüksek manevi derecelerle ilişkilendirilmiştir.
Cihad Hükmü: Kendin ve ailen için helal yoldan çalışmak, “Allah yolunda cihat gibidir” hadisiyle müjdelenmiştir.
Ahİret Derecesi: “Emin (güvenilir) ve doğru sözlü tüccar, ahiret gününde nebilerle, sıddıklarla ve şehitlerle beraberdir.”
Çalışmaya Teşvik Etmiştir: Başkasına el açmaktan (minnet altında kalıp zillete maruz kalmaktan) sa, sırtında odun getirip satmanın daha hayırlı olduğu vurgulanmıştır. Hz. Peygamber (S.A.V.), evinde hiçbir şeyi olmayan bir sahabiye dahi eşyalarını sattırarak elde ettiği parayla keser almasını ve odun satıp rızkını kazanmasını sağlamıştır.
HZ. PEYGAMBERİN TİCARİ HAYATINDAN AHLAK ÖRNEKLERİ
Hz. Muhammed’in (S.A.V.) nübüvvet öncesi hayatı “Yetim, Çoban ve Tüccar” olarak özetlenir. Bu dönemde ortaya koyduğu ahlak, ticari hayatın temel prensiplerini oluşturmuştur.
Borç Ahlakı ve Sözünde Durma: Abdullah İbn Ebî Hamsâ’dan aldığı borcu ödemek için kararlaştırılan yerde, alacaklısını üç gün boyunca beklemiş ve borcunu dördüncü gün ödemiştir.
Mazlumdan Yana Olma: Henüz 20 yaşındayken, Mekke’ye gelen yabancı bir tüccarın gasp edilen mallarını geri almak için kurulan Hılfu’l-Fudûl (Erdemliler Birliği) içinde yer almıştır. Prensip: “Kim olursa olsun mazlumdan yana, kim olursa olsun zalime karşı.”
Yeminden Kaçınma: Hz. Hatice’nin kervanını yönetirken Busra pazarında, bir Yahudi tüccar malları satmayacağına dair putlar üzerine yemin etmesini isteyince kızmış ve bu yemini reddetmiştir.
Ortaklıkta Dürüstlük: Ticari sefer sırasında kervan hesapları ile kendi özel hesabını ayırırken, küçük bir karışıklık şüphesi üzerine bütün parasını kervanın parasına dahil etmiştir.
Kolaylık Sağlama: Mekke döneminden ortağı olan es-Sâib İbn Ebî’s-Sâib, Hz. Peygamber’i anlatırken: “Ben onun kadar kolay ticaret yapan kimseyi görmedim, hiç tartışmaz, ve birisi onunla ticaret yaptığı zaman yaptığına pişman olmazdı.” demiştir.
MEDİNE DÖNEMİ VE ZÜHD HAYATI
Hz. Peygamber (S.A.V.), nübüvvetin getirdiği yoğunluk nedeniyle Medine’de aktif ticareti bırakmış, geçimini ganimet gelirlerinin beşte biri ve hediyelerle sağlamıştır. Ancak bu durum dahi O’nun zühd (dünyaya rağbet etmeme) hayatını değiştirmemiştir.
Sadaka Haramı: Ehlibeyte zekât ve sadakanın haram olduğu konusundaki hassasiyeti (Hz. Hasan’ın ağzından hurmayı çıkarması) aktarılmıştır.
Basit Yaşam: Hz. Aişe’nin (r.a.) rivayetiyle: “İki ayda üç hilâl görürdük de, evimizde yemek için ateş yanmazdı.”
Dünya ve Ahiret Dengesi: Hz. Ömer’in, Kisralar ve Kayserler rahat içindeyken Hz. Peygamber’in hasır izleriyle uyanmasına şaşırması üzerine verdiği cevap: “İstemez misin dünya onların olsun, ahiret ise bizim olsun?” demiştir. O, ticari kabiliyeti olmasına rağmen, görev ve misyonunun selameti adına bu zühdü tercih etmiştir.
LONCA Değerlendirmesi
Bu bilgiler, Hz. Peygamber’in sadece bir dini lider değil, aynı zamanda ticareti çok iyi bilen, ancak misyonu gereği kazancını en aza indiren ve bu süreçte bile tüm insanlığa geçerli olacak ticari ahlak kurallarını uygulamalarıyla tesis eden bir rehber olduğunu göstermektedir. O’nun ticari ahlakı, hukuki bir zorunluluktan öte, vicdani ve manevi bir sorumluluk temeline dayanır.

Hz. Muhammed’in (S.A.V.) ticaret yapış şekli ve ahlakı, İslam ekonomisinin temelini oluşturan en önemli konulardan biridir. O’nun ticari hayatı, dürüstlük, güvenilirlik, kolaylık sağlama ve helal kazanç esaslarına dayanır.
Hz. Muhammed (S.A.V.), peygamberlikten önce gençlik yıllarından itibaren ticaretle uğraşmış, Mekke’nin önde gelen tüccarlarından Hz. Hatice’nin (r.a.) kervanlarını yönetmiş ve çeşitli ticari seferlere (Bahreyn, Suriye, Yemen vb.) katılmıştır. Bu dönemde bile ticari dürüstlüğü ve sözünde durması sebebiyle kendisine “el-Emîn” (En Güvenilir Kişi) lakabı verilmiştir. Medine’ye hicret ettikten sonra da hem kendisi alışveriş yapmış hem de Müslümanlar için ticari faaliyetlerin yürütüleceği, vergi alınmayan ve sabit mekan zorunluluğu olmayan bir pazar yeri kurarak ekonomik hayatı düzenlemiştir. (Kaynak: Diyanet İşleri Başkanlığı)
Hz. Peygamber’in ticari prensipleri, Kur’an ve Sünnet ışığında, hem alıcı hem de satıcı için adaleti, dürüstlüğü ve toplumsal faydayı gözetir.
Ayıbı Açıklamak: Malın kusurunu, ayıbını müşteriye açıkça söylemeden satmak kesinlikle yasaklanmıştır. Bir keresinde buğday satan birinin malına elini daldırmış ve altının ıslak olduğunu görünce: “Aldatan bizden değildir!” buyurmuştur. (Kaynak: Müslim, İman, 164; Diyanet İşleri Başkanlığı)
Doğru Sözlü Olmak: Ticarette doğru söylemek ve güvenilir olmak, en büyük erdemdir. Hz. Peygamber (S.A.V.), “Doğru sözlü ve güvenilir tüccar (ahirette) peygamberler, sıddîkler ve şehitlerle beraber bulunacaktır” buyurmuştur. (Kaynak: Tirmizi, Büyû 4; Diyanet İşleri Başkanlığı)
Yalan Yere Yemin Etmemek: Ticari malı satabilmek için yalan yere yemin etmek veya abartılı ifadeler kullanmak yasaklanmıştır. Yalan yere yemin, malın bereketini yok eder. Hz. Peygamber (S.A.V.): “Yemin, malın rağbetini artırır, ama kazancın bereketini yok eder” demiştir. (Kaynak: Buhârî, Müslim; İnsan ve İslam)
Kolaylık Göstermek: Alım satım yaparken, alacağını isterken ve borcunu öderken kolaylık göstermek ve cömert davranmak teşvik edilmiştir. “Satarken, satın alırken, alacağını isterken ve borcunu öderken kolaylık gösteren bir adama Allah rahmetini ihsan buyursun!” (Kaynak: Buhârî, Büyû, 16; Diyanet İşleri Başkanlığı)
Darda Kalana Yardımcı Olmak: Borcunu ödemekte zorluk çeken kişilere zaman tanımak, hatta alacağın bir kısmını veya tamamını bağışlamak büyük sevap vesilesi sayılmıştır. (Kaynak: Müslim, Müsakat, 30; Zafer Dergisi)
Fahiş Fiyat Yasağı: İslam, belli bir kâr oranını zorunlu kılmamış, kârı piyasa şartlarına bırakmıştır. Ancak müşterinin bilgisizliğinden veya zaafından faydalanarak onu aldatacak kadar fahiş bir fiyatla (gabn-i fâhiş) mal satmak caiz görülmemiştir. (Kaynak: Sorularla İslamiyet)
Karaborsa ve Stokçuluk (İhtikâr) Yasağı: İnsanların zararına olacak şekilde malı depolayıp, piyasa fiyatının yükselmesini bekleyerek fahiş fiyattan satmak yasaklanmıştır. (Kaynak: TDV İslam Ansiklopedisi)
Faiz (Riba) Yasağı: Faizli işlemlerden kesinlikle kaçınılması en önemli ticari ahlak kurallarından biridir.
Ölçü ve Tartıda Adalet: Mutaffifîn Sûresi ile de belirtildiği üzere, ölçü ve tartıda hile yapmak, eksik ölçmek veya tartmak en büyük ahlaki kusurlardan sayılmıştır. (Kaynak: Kur’an-ı Kerim, Mutaffifîn Suresi 1-3; İGİAD)
Sadaka ile Temizlemek: Ticaret esnasında farkında olmadan yapılan lüzumsuz sözler, küçük yalanlar ve yeminler olabileceği için tüccarlara, kazançlarını sadaka ile temizlemeleri tavsiye edilmiştir. “Ey tacirler topluluğu! Ticarette (genellikle) yalan ve yemin karışır, siz de ona sadakayı karıştırınız.” (Kaynak: Ebû Dâvûd, Büyû 1; Van Postası Gazetesi)
Helal Kazanç: En hayırlı kazancın kişinin elinin emeği ve dürüst, meşru alım-satım olduğu vurgulanmıştır. (Kaynak: Müslim, Müsakat 41; Liberte)
Hz. Muhammed (S.A.V.), Medine’de ticareti teşvik etmiş, Yahudilerin ekonomik tekeline karşı Müslümanlara ait bir pazar yeri kurmuştur. Bu pazar yerinde adil rekabeti sağlamış ve Müslümanların ticari tecrübelerini (Muhacirler) tarımsal birikimle (Ensar) birleştirerek şehrin ekonomik yapısını güçlendirmiştir.
Hz. Muhammed’in (S.A.V.) ticari yaşamı, sadece bir kazanç kapısı olarak değil, aynı zamanda ahlaki değerlerin ve toplumsal adaletin tesis edildiği bir alan olarak görülmesini sağlamıştır. O’nun getirdiği prensipler, asırlar boyunca tüm dünya ticaret ahlakına örnek teşkil etmiştir.
Peygamberimizin ticaret ahlakına ve medine pazarının kuruluşu ve başarısına ilerdeki yazılarımızda değinmeye devam edeceğiz.

Günümüzde, bilişim, savunma sanayii ve iletişim gibi yüksek teknoloji alanları, gençlerin ve şirketlerin öncelikli ilgi odağı haline gelmiş durumda. Elbette bu alanlardaki ilerlemeler bir ülkenin kalkınması ve güvenliği için hayati önem taşıyor. Ancak bu durum, en temel ve vazgeçilmez ihtiyacımız olan gıda üretiminin arka planda kalmasına neden oluyor. Adeta tüm şirketler ve insanlar gıdaya ihtiyaç duymuyor muşçasına bir yönelim söz konusu.
Oysa, gıda üretimini kapsayan tarım ve hayvancılık sektörü de, diğer tüm teknoloji alanlarında kullanılan yazılım, yapay zeka, otomasyon ve biyoteknoloji gibi en güncel teknolojik gelişmeleri bünyesinde barındırıyor, hatta bu teknolojilere büyük bir ihtiyaç duyuyor. Akıllı çiftçilik, dikey tarım, drone teknolojileriyle ilaçlama ve verim analizi, genetik çalışmalarla hastalıklara dayanıklı ürünler yetiştirme ve hayvancılıkta sürü sağlığı izleme sistemleri… Bütün bunlar, tarım ve hayvancılığın ne kadar ileri bir teknoloji alanı olduğunun kanıtlarıdır.
Türkiye’de, gençlerin teknolojiye olan ilgisini zirveye taşıyan ve onları savunma sanayii gibi kritik alanlara yönlendiren TEKNOFEST gibi dev bir etkinliğin etkisi yadsınamaz. Bu festival, bir sektörün heyecanını ve prestijini kitlelere ulaştırmada ne kadar başarılı olabileceğinin en somut örneğidir.
Tarım ve hayvancılık alanında fuarlar ve yarışmalar (HAYTEKFEST, AĞRIFEST ve TEKNOFEST bünyesindeki Tarım Teknolojileri Yarışmaları gibi önemli adımlar atılsa da), bu çabaların TEKNOFEST’in yarattığı gibi kitlesel bir coşkuya dönüşmesi, gençlerin ve çocukların akın akın geleceği bir Festivalin yapılmaması büyük bir eksiklik olarak öne çıkmaktadır.
“GENÇLER, GELENEKSEL TARIM İMAJINDAN SIYRILARAK,
TOPRAĞIN BİR TEKNOLOJİ ÜSSÜ OLDUĞUNU GÖRMELİDİR”
Geleceğin dünyası, gıda güvenliği ve sürdürülebilirlik üzerine kurulacak. Bu alanda nitelikli insan kaynağı yetiştirmek, ulusal bir zorunluluktur. Gençlerimizi bu alana çekmek için bir festivalin sağlayacağı faydalar şunlardır:
* Prestij ve İmaj Değişimi: Festival, tarım ve hayvancılık “dededen kalma bir iş” değil, “geleceğin en kritik ve en havalı teknoloji alanı” dır.
* Kitleleri Harekete Geçirme: TEKNOFEST gibi, lise ve üniversite öğrencilerini hedef alan robotik tarım araçları, yapay zeka destekli hasat makineleri, genetik mühendisliği ve su yönetimi gibi konularda yüzlerce proje yarışması düzenlenerek kitlesel bir katılım sağlanmalıdır.
* Tohumdan, Tabağa İnovasyon: Festival, sadece üretimi değil, aynı zamanda gıdanın işlenmesi, lojistiği, paketlenmesi ve sıfır atık gibi gıda teknolojileri alanındaki tüm inovatif süreçleri kapsayarak gençlere geniş bir kariyer ufku sunmalıdır.
* Sektör ve Genç Buluşması: Tarım ve gıda devleri, teknoloji firmaları, üniversiteler ve gençler bu festivalde bir araya gelmeli network oluşturup, mentorluk programları başlatılmalı ve girişimcilik fikirleri yeşertilip desteklenmeli.
* Uluslararası Çekim Merkezi: Yabancı ekiplerin, yatırımcıların ve uzmanların katılımıyla festival, Türkiye’yi Tarım ve Hayvancılık Teknolojileri alanında bölgesel bir merkez haline getirmeli.
*Otonom Tohumlama- Otonom Tarım Araçları / İlaçlama Yarışması
*Hasat Robotu
*Uydu Görüntüsü Analizi / Yapay Zeka ile Verim Analizi
*İklim Değişikliğine Dirençli Gıda Üretimi
*Hayvancılık Teknolojileri / Akıllı Hayvancılık
*Dikey Çiftlik ve Kapalı Alan Tarım Projeleri
*Sıfır Atık İnovasyonu / Biyo-Gıda İnovasyonu
*Alternatif Protein Kaynakları
*Sürdürülebilir Su Yönetimi
*Dev Teknoloji Arenası
*”Tohumdan Tabağa” İnovasyon Merkezi
*Sanal Çiftlik Deneyimi (VR/AR)
*Geleceğin Mutfağı
*Hükümet Desteği
*Özel Sektör Liderleri Desteği
*Akademi ve AR-GE Desteği
Gıdaya ulaşım, savunma sanayii kadar kritik, iletişim kadar stratejik bir alandır. Tarım ve hayvancılık alanında teknoloji üreten, inovatif düşünen bir gençlik yetiştirmek, Milli Teknoloji Hamlesi’nin eksik kalan kilit taşını yerine oturtmak demektir.
Bir an önce, çocukların ve gençlerin coşkuyla katılacağı, teknolojiyle toprağın buluştuğu, dev drone’ların, otonom traktörlerin ve yapay zeka destekli çiftliklerin sergileneceği, heyecan verici ve ödüllü yarışmalarla dolu dev bir Tarım Teknolojisi Festivali’nin hayata geçirilmesi için ilgili tüm kurumlar (Tarım ve Orman Bakanlığı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Üniversiteler, T3 Vakfı ve özel sektör) işbirliğine davet edilmelidir.
Gelecek topraktadır, ama o toprağı işleyecek olan teknolojiye gönül vermiş gençlerdir.
Bu festivalin adı ve konsepti üzerine beyin fırtınası için bir çalıştay acilen yapılmalıdır.
İsim önerilerimiz: “Tohumfest: Geleceğin Gıda Teknolojileri Festivali” “Gelecek Hasadı Festivali”
Slogan Önerilerimiz: “Toprakta Kod Yaz, Geleceği Biç!” – “Tohumdan Tabağa”
Eşref KÜÇÜKATEŞ
Yeniden İnşa Derneği Genel Başkanı
LONCA Business Network İş Ağı ve
Medya Platformu Genel Koordinatörü

Türkiye’nin 1990’lı yıllarda çocuk işçiliğini önlemek adına başlattığı kararlı ve insani mücadele, şüphesiz ki toplumsal gelişmişlik adına atılmış en önemli adımlardan biriydi. Çocukların ağır ve tehlikeli işlerde, eğitimden ve sosyal hayattan kopuk bir şekilde çalıştırılmasının önüne geçilmesi, evrensel çocuk hakları ve Türkiye’nin geleceği için bir zorunluluktu. Ancak, her büyük sosyal dönüşüm gibi, bu sürecin de zamanla ortaya çıkan ve başlangıçta öngörülemeyen yan etkileri oldu. Geleneksel “usta-çırak” ilişkisiyle yüzlerce yıldır ayakta duran mesleki ve zanaatkarlık kültürü, bu süreçte etkin bir alternatifle desteklenmediği için zayıfladı.
Sonuç olarak, çocuk işçiliği azaldı ancak yerini dolduracak modern bir çıraklık ve kalfalık sistemi kurulamadığı için Türkiye, bugün “ara eleman” olarak tabir edilen, ancak aslında “ana eleman” olan yetişmiş iş gücü konusunda derin bir krizle karşı karşıya kaldı.
Bu makalemde, bu ikilemi ve çözüm olarak sunulan modern, denetimli ve bütüncül bir mesleki eğitim modelini inceleyeceğim.
Anadolu’nun Ahilik geleneğinden beslenen usta-çırak kültürü, sadece bir meslek öğretme yöntemi değil, aynı zamanda bir ahlak, disiplin ve sosyal sorumluluk okuluydu.
Küçük yaşta bir ustanın yanına verilen çırak, mesleğin inceliklerini “yaparak ve yaşayarak” öğrenir, kalfalık ve ustalık mertebelerine yükselirken aynı zamanda toplumsal hayatın bir parçası olurdu.
Ancak 1994’te başlayan ve haklı gerekçelere dayanan çocuk işçiliğiyle mücadele, bu geleneksel yapıyı temelden sarstı. Kanunlar, çocukları koruma altına alırken, atölyeleri ve sanayi sitelerini genç çıraklardan arındırdı. Fakat boşalan bu alan, modern, pedagojik ve denetlenebilir bir mesleki eğitim sistemiyle doldurulamadı. Meslek liseleri teorik ağırlıklı kaldı ve sanayinin pratik ihtiyaçlarına tam olarak cevap veremedi. Sonuç, nesiller arası bilgi ve beceri aktarımının kopması oldu.
Bugün Türkiye sanayisi ve zanaatkarları, bir “ara eleman” krizinden çok, bir “ustalık” ve “üretim” krizi yaşamaktadır. Mobilyacıdan döşemeciye, tornacıdan kaynakçıya, otomotiv tamircisinden tekstilciye kadar üretimin bel kemiği olan sayısız sektörde, işini hakkıyla yapacak kalfa ve usta bulmak neredeyse imkansız hale gelmiştir.
Bu durumun somut sonuçları şunlardır:
Üretim Kalitesinin Düşmesi: Yetişmiş eleman eksikliği, ürün ve hizmet kalitesinde gözle görülür bir düşüşe neden olmaktadır.
Dışa Bağımlılık: Bazı meslekler o kadar zayıflamıştır ki, Türkiye bu alanlarda ya ithal ürünlere ya da yabancı iş gücüne bağımlı hale gelmektedir.
Kaybolan Zanaatlar: El işçiliğine dayalı bakırcılık, oymacılık, çinicilik gibi yüzlerce yıllık zanaatlar, yeni nesil temsilcileri yetişmediği için yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
Ekonomik Kayıp: Sanayiciler ve üreticiler, eleman bulamadıkları için kapasitelerinin altında çalışmakta, siparişleri geri çevirmekte ve büyüyememektedir.
Sorunun çözümü, geçmişin hatalı çocuk işçiliği uygulamalarına dönmek değil, geleceğin ihtiyaçlarına cevap veren, çocuğun üstün yararını gözeten yenilikçi bir model inşa etmektir. Önerilen bu model, 11 yaşından itibaren başlayacak şekilde tasarlanmış, devlet denetiminde, okul-sanayi işbirliğine dayalı modern bir çıraklık sistemidir.
BU MODELİN TEMEL DİREKLERİ ŞUNLAR OLMALIDIR:
1- Yasal Çerçeve ve Sıkı Denetim: Bu sistem, kesinlikle özel sektörün insafına bırakılamaz. Milli Eğitim Bakanlığı öncülüğünde, çocuğun günlük çalışma, eğitim, oyun ve sosyal aktivite saatlerini net bir şekilde belirleyen kanunlar çıkarılmalıdır. Bu kanunlara uymayan işletmelere ağır yaptırımlar uygulanmalı, denetimler düzenli ve etkin bir şekilde yapılmalıdır.
2- Eğitim-İş-Yaşam Dengesi: Çocuğun bir günü, bütüncül bir yaklaşımla planlanmalıdır.
*Sabah (Okul): Temel akademik dersler (Türkçe, Matematik, Fen Bilimleri) okulda verilmeye devam etmelidir.
*Öğleden Sonra (Atölye/İşletme): Haftanın belirli günlerinde, 3-4 saati geçmeyecek şekilde, okul tarafından onaylanmış ve denetlenen işletmelerde, bir usta öğretici gözetiminde pratik eğitim alınmalıdır.
*Akşam (Sosyal Yaşam): Geri kalan zaman, çocuğun ödevleri, sporu, sanatsal faaliyetleri, ailesi ve arkadaşlarıyla geçireceği serbest zaman olarak korunmalıdır.
3- Yaşa Uygun Standartlar ve Güvenlik: 11 yaşındaki bir çocuğun yapacağı iş, onun fiziksel ve zihinsel gelişimine uygun olmalıdır. Bu yaşta bir çırak, tehlikeli makinaları kullanmaz; bunun yerine malzeme tanıma, alet kullanımı, iş güvenliği, gözlem yapma ve ustanın yanında temel el becerilerini geliştirme gibi başlangıç seviyesi görevleri üstlenir. Amaç, onu bir işçi olarak kullanmak değil, bir mesleğe ısındırmak ve sevdirmektir.
Bu sistemin hayata geçirilmesi, hem ülke ekonomisi hem de bireyin gelişimi açısından devrim niteliğinde sonuçlar doğurabilir:
*Ekonomik Faydalar: Sanayinin ve zanaatkarın ihtiyaç duyduğu nitelikli iş gücü içeriden yetişir, üretim artar, dışa bağımlılık azalır ve Türkiye bir “üretim ordusu” kazanır.
*Bireysel Faydalar: Çocuklar erken yaşta bir “altın bilezik” (meslek) sahibi olur. Sorumluluk, disiplin ve çalışma ahlakı kazanır. Boş zamanlarını verimli geçirerek kötü alışkanlıklardan ve sokaktaki tehlikelerden korunmuş olur. Kendi potansiyelini keşfeder ve geleceğe umutla bakar.
*Toplumsal Faydalar: Usta-çırak kültürünün modern bir yorumuyla nesiller arası bağ yeniden kurulur. Kaybolmaya yüz tutmuş meslekler canlanır. Toplumda üretkenlik ve çalışma kültürü yeniden değer kazanır.
Türkiye, çocuklarını korumak isterken üretim kabiliyetini ve zanaat mirasını tehlikeye atma riskiyle karşı karşıyadır. Çözüm, çocukları yeniden denetimsiz atölyelere göndermek değil, onları devletin şefkatli ve disiplinli denetimi altında, okul sıralarıyla atölye tezgahlarını birleştiren modern bir eğitim sistemine dahil etmektir.
Bu, “çocuk işçiliğine” geri dönüş değil, “çocukların mesleki eğitimine” ileri bir adımdır. Doğru kurgulandığında bu model, hem çocuklarımızı koruyacak, hem onlara bir gelecek sunacak, hem de Türkiye’nin üretim gücünü yeniden ayağa kaldıracak tarihi bir fırsat olabilir.
Artık bu konuda cesur adımlar atma ve geleceğin ustalarını bugünden yetiştirme zamanıdır.
Eşref KÜÇÜKATEŞ
Yeniden İnşa Derneği Genel Başkanı
LONCA Business Network Medya Platformu Genel Koordinatörü

Biz mezun olduğumuzda mesleğimizle ilgili iş bulamıyorduk…
Meslek Lisesi Mezunu olarak Metal işlerinde sadece 3,5 sene çalışabildim. Bunda birinci neden 1980 yılında gerçekleşen darbe ve darbenin doğurduğu sonuçlar nedeniyle ülkenin en az 10 yıl geriye gitmesidir yani siyasi belirsizlik ve geleceğe olan ümitlerin tüketilmesi.
İkinci neden ise Metal sektöründe çalışabileceğim iş sahasının azlığı ve sektörümde iş bulamayışım.
Askerden gelince Meslek lisesindeki Metal İşleri Atölye Şefi Yaşar Erişel Hocamızın desteğiyle iş bulmuş ve mesleğimde ilerlemeye kararlıydım.
Ancak hayat şartları 11 yaşından itibaren yapmaya başladığım ticareti de boş zamanlarımda yapmaya beni sevk etti.
Ticareti seçmekte büyük rol oynayan başka bir konu ise;
Çocuk yaşta alaylı olmak ile gençliğinde teorik meslek sahibi olmak hayata nasıl devam edeceğini etkiliyor!
11 yaşında alaylı olan ve 15 yaşından sonra teorik meslek sahibi olan birisi olarak her iki deneyimi ve tecrübeyi tam manasıyla yaşamış birisiyim. 11 yaşında başladığım ticaretten Meslek lisesine giderken de kopmadım devam ettim. Soğuk demir atölyelerinde ve ağır makine sanayinde çalışırken de kopmadım kopamadım. Okul ve iş çıkışları ile tatil günlerinde ticaretimi devam ettirdim.
Sonunda ticareti seçerek metal sektörünü bir daha dönmemek üzere sonlandırdım.
Metal İşleri mesleğine devam etmek aynı zamanda ticaretti!
Ama çok geçmeden şunu da anladım ve idrak ettim ki Metal Sektöründe devam etseydim hem sanatkâr hem zanaatkâr olacaktım hem de kariyer elde etmek daha avantajlı ve kalıcı olacaktı.
Beni ticareti seçmeye yönelten nedenler ise öncelikle eğitim sistemindeki eksiklikler, okul sonrası piyasa şartları, geçim sıkıntısı, siyasi istikrasızlık ve belirsizliklerdi.
Fakat aynı nedenlerin ticarette de büyük rol oynadığını yaşadığım tecrübelerle öğrenmiş oldum.
Neden ticareti seçtim ve neden okulunu okuduğum daha sonrada piyasada ve sektörün içinde yer alarak pratiğimi oldukça geliştirdiğim Metal İşleri sektörünü dönmemek üzere bıraktım?
Çünkü Ağaç yaşken eğilir; Çünkü sonradan ve zorlamayla olmuyor;
Çünkü ben 11 yaşında Tahtakale esnafıyla tanıştım, Çünkü 11 yaşında Pazar tezgâhında çığırtkanlık yaptım, Çünkü yetişkinlerle pazarlık yaptım onlara ürün sattım onlardan para aldım. Tezgâhtaki malın azalması akşam eve daha hafif yükle dönmem beni mutlu etti. Biten ürünlerin yerine yenilerini yeni modelleri almak, hangi pazarda hangi ürünün daha çok sattığını bilmek, pazarın neresinde tezgâh caddenin neresinde dükkân açacağını bilecek bilgi ve tecrübeyi kazanmak.
Tüm bunları en az 5 yıl yaşadıktan sonra, çoğunluğu teorik eğitim çok azı uygulamalı eğitimle yeni bir meslek sahibi olmaya çalışmak daha önce çocukluktan itibaren 5 yıl boyunca edindiğiniz bilgi deneyim ve tecrübeleri yok edemiyor.
“İNSAN KAYNAKLARI” değil “İNSAN KIYMETLERİ” yetiştirmeliyiz!
İşletmelerin ihtiyacı olan, işini seven, işine âşık, işine sadık, işinde ehil, işinde ahlaklı, işinde uzman, işinin erbabı, işinin ustası, işinde öğrenmeye eğitime devam eden, işinde yenilikçi, işinde araştırmacı, işinde mucit, işinde amatör ruhla profesyonelce çalışan, özverili, fedakâr “İnsan Kıymetleri” yetiştirmede yetersiz kaldığımızı da kabul etmemiz gerekiyor.
MESLEKİ EĞİTİM ÇOCUK YAŞTA, MÜMKÜNSE YATILI ÇOĞUNLUKLA TEMATİK BUTİK OKULLARDA VE SEKTÖRÜYLE İLGİLİ SANAYİ SİTELERİNİN İÇİNDE VE İŞBİRLİĞİ İLE YAPILMALI.
Ülkesi ve insanlık için mesleğine âşık olması gerektiğini bilen “İnsan Kıymetleri” yetiştirmeliyiz.
Türkiye’nin büyümesini ve büyüme hızını etkileyecek, kaliteli üretimi sağlamanın yolunun İnsan Kıymetlerinin Mesleki Eğitimleri çocuk denecek yaşta başlamasıyla mümkün.
MESLEKİ EĞİTİMİN BAŞARIYA ULAŞMASI İÇİN ASKERİ OKULLAR GİBİ POLİS OKULLARI GİBİ KUR-AN KURSLARI GİBİ 7/24 TEORİK VE PRATİK EĞİTİMİN DEVAM ETMESİ ŞART.
Bu bölümde, mesleki eğitimin çocuk yaşta başlaması ve yatılı olması gerektiğini ve bunun ilk adımlarının kurumların uyumlu ve birlikte çalışmasıyla çok kolay sağlanabileceğini anlatmaya çalışacağım.
İlk örneğimi Askerlik – Polislik Mesleğinden vereceğim.
Askerlik Polislik kutsalda Metal, Kimya, Ağaç, Elektronik, Sağlık ve tüm meslekler kutsal değil mi?
Askerlik ve Polislik yapacak çocuklarımız çocuk yaşta birçok konuda inceleme ve muayeneden geçirildikten sonra birde sınav başarısının ardından anketlerle psikolojisi ve bu mesleklerdeki hangi dalda; mesela havacı, denizci, karacı gibi Polislikte Asayiş, Narkotik, Trafik gibi kollardan hangisine daha yatkın ve becerili olduğu tespit ediliyor.
Ve bu okulları kazanan çocuklarımız gurur duyduğumuz kalite ve yeteneklerle donatılmak ve kusursuz yetiştirilmek için diğer meslek eğitimlerindeki gibi günde 5 saat mi eğitim alıyor? Yoksa Askeri Okullarda 7/24 yatılı olarak mı eğitim alıyor.
Askerimiz Polisimiz diğer meslekler gibi günde 5 saat eğitim almış olsaydılar bugün başarılarıyla gurur duyduğumuz bir ordumuz ve Polis teşkilatımızın olmasının imkânı yoktu.
ŞİMDİ SORUYORUM;
Peki diğer meslek dallarındaki eğitimlerde bu itina ve ihtimam neden gösterilmiyor.
Hepimiz biliyoruz ki her meslek ülke ekonomisi, kalkınması ve savunması için diğerleri kadar önemli.
Her meslekten İnsan Kaynağımızı ifa edeceği mesleğinde tıpkı Askerimiz gibi Polisimiz gibi en iyi şekilde eğitmek zorundayız.
YÖNTEM NASIL OLACAK?
Askeri Okul ve Polis Okullarına öğrenci adayı belirleme yöntemleri her sene 11 yaşını dolduran yeni yetişen çocuklarımızda uygulanacak. Bu aynı zamanda yeni nesilde kim neye yatkın 10 yıl sonra elimizde en çok nasıl bir insan kıymeti yetişmiş olacağını şimdiden bildiğimiz bir veriye de sahip olabileceğimiz bir yöntem.
Bu yöntemle yeni nesil insan kıymetlerimizin ortaokul ve liseyi nerede okuyacağını yatılımı yatısız mı okuyacağını tespit edip, o mesleklere yönlendirme yaparak İnsan kıymetimizin ve ülkemizin geleceğini planlamamız mümkün olacaktır.
Mesleki eğitimde başarıyı yakalamak istiyorsak yatılı eğitimleri sayesinde mesleğinde başarılı kurumları taklit ederek ve onlardan destek alarak mesleki eğitimi 7/24 yatılı modeline geçmek zorundayız.
Eğer yatılı meslek liselerini başarırsak üniversitelerdeki bu yığılmanın da önüne geçmiş olacağız. İşsiz üniversitelinin yerini işinin ehli lise mezunları alacak.
Bu kadar üniversite ne olacak derseniz? Tüm üniversitelere bir tebligat göndererek yatılı meslek liseleri açmak için çalışmaya başlamalarını söyleyebilirsiniz.
Üniversiteler bu meslek liselerini sanayinin yoğun olduğu ilçelerde ve hatta tam sanayinin içinde açarak Üniversite sanayi işbirliğinde fiziki bütünleşmeyi de sağlamış olacaktır.
ÇALIŞTAY YAPILMALI
Üniversitelerin meslek lisesi açma konusu bir çok detayı barındıran bir konu bu nedenle çok geniş katılımlı en az bir hafta sürecek bir sempozyum ve çalıştay ile şekillendirilebilir.
Bu örneklerle sanırım yatılı eğitimin ne kadar elzem olduğunu ve Meslek Liselerinin neden yatılı olması gerektiğini anlatabilmişimdir.
Aşağıda belirttiğim hususlar çok geniş katılımlı bir çalıştay yapılarak katılımcıların teklif ve önerileri ile en verimli şekil verilerek ete kemiğe büründürülebilir.
MESLEK LİSELERİ NEREDE OLMALI
-) Öncelikle bundan sonra yapılacak meslek liseleri ülkemizde üretim arttıkça sayıları sürekli artan Sanayi Siteleri, Sanayi Kooperatifleri, Organize Sanayi Bölgeleri ve bunlara en yakın alanlar tercih edilmeli.
-) Sanayi Siteleri, Sanayi Kooperatifleri, Organize Sanayi Bölgelerine uzak Meslek Liselerinin bu alanlara taşınmasının yolları aranmalı.
-) Ticaret Meslek Liseleri, Dış Ticaret Meslek Liseleri de bu bölgelerde olmalı…
-) Butik Meslek Liseleri dönemi başlamalı Tematik Meslek Liseleri yatılı olmak kaydıyla çok hızlı çoğaltılmalı
-) Özel Meslek Liselerinin önü açılmalı aşırı şekilde devlet destek, hibe ve teşvik verilmeli.
-) Üniversite – Sanayi işbirliği, Meslek Lisesi-Sanayi işbirliği sağlanması için uygun zemin ve ortam çok acil oluşturulmalı…
YATILI MESLEK LİSESİ NASIL OLMALI:
Öncelikle mevcut Meslek Liselerinin hepsi yatılı olmaya uygun olmayabilir.
-) Uygun olanlar tespit edilerek o bölgedeki en ihtiyaç duyulan bölümlerden başlamalı. Her bölüm için yatılı bir sınıf oluşturarak başlamalı. Okul içinde mevcut ve Müsait alanlar yatakhaneye dönüştürülebilir. Veya okul çevresinden bina kiralanabilir. Veya çok hızlı prefabrik bile olabilir okul alanında yatakhane (yurt) olarak kullanılacak binalar oluşturulabilir.
-) Okuldaki Meslek Sınıfları (Atölyeler) oldukça küçültülüp Azaltılmalı Hazırlık sınıfından itibaren öğrenciler sanayilerdeki işyerlerinde haftada 1 günde olsa pratik yapmaya ÇIRAKLIK hayatını yaşamaya başlamalı…
-) İş yerlerinde AHİ’lik eğitimi almış KALFALARI olmalı, onlara mesleği sevdiren AHİ’lik AHLAK ve KURALLARINI öğreten… USTA ‘sı olmalı Kul hakkını, zamanın kıymetini, ürünün kalitesini ihracatın önemini ve o mesleğin PİRİNİ öğreten.
-) Mesela; Marangoz NUH Aleyhissela mı, Metalci Davut Aleyhissela mı kendinden daha iyi tanımalı…
-) Tüm İlim Adamlarımızın ve Meslek Erbaplarının Resimleri ve hayatları sınıf girişlerinde koridorlarda sınıflarda salonlarda asılı olmalı…
-) Yalanlardan ibaret yabancı meslek erbaplarının adını öğrenmemeli okul bitene kadar…
Mesela; Sağlık Meslek Lisesinde Florence Nightingale değil Safiye Hüseyin Elbi öğretilmeli anlatılmalı, resmi hayatı heykeli olmalı…
-)Belki çok uçuk ama Kapılarda 1-A değil Nuh Aleyhisselamın, Davut Aleyhisselamın, Safiye Hüseyin Elbi’nin Mirasçıları yazmalı…
-) Yani, RUHU OLMALI Meslek Liselerinin…
-) Girişimcilik, tasarımcılık, icat çıkartma teşvik edilmeli geleceğin ustaları fabrikatörleri girişimcileri değişim ve dönüşümcüleri olduklarını daha ilk derste anlamalı, inanmalı ve bu vizyonla hedefler koymalı kendine daha ilk yılda…
Meslek eğitiminin içine tüm milli ve manevi değerler yüklenmeli! Bizim çocuklarımızla birlikte göçmen çocukları da meslek sahibi yapılmalı milli ve manevi değerlerimizi yaşatmalı.
En büyük nüfusa sahip ÇİN de bile 30 Milyon İnsan Kıymeti açığı var. Ülkemizde de nüfus artışının durma noktasına hızla yaklaştığı bir süreç yaşamaktayız. Durma noktasından sonra azalma başlayacak hiç kuşkusuz.
Meslek Liselerinde verilecek eğitimle evlenme yaşı da aşağı çekilmeli ÇİN’in ve dünyanın düştüğü bu hataya biz düşmemeli ve iyi yetişmiş Meslek Erbabı Nesillerle yeni ve çoğalmaktan korkmayan nesiller yetiştirmeliyiz.
Meslek Eğitimi İlköğretimden sonra hemen başlamalı Ortaokullarımız yönlendirme üzerine yoğunlaşmalı iki yılın bile buna yeteceğine inanıyorum.
Yabancıların eğitimine açık olan Üniversitelerimiz gibi Meslek Liseleri de Yabancı ve Göçmenlerin eğitimine hem de yatılı olarak bu eğitimi almalarına açık olmalı ki uyum sağlamalı ve AHİ’lik eğitimini alan yabancı öğrencileri de üretime ve ihracata dâhil etmiş olalım…
Son söz:
Üniversitelerimizde okuyan binlerce yabancı öğrenci var. Ülkemize göç etmiş binlerce çocuklu aile var. Yaşatılması gereken bir AHİ’lik kültürümüz, eğitilmesi gereken İnsan Kıymetlerimiz, insan gücüne ve yeteneğine ihtiyacı olan sanayicimiz, KOBİ’lerimiz var. Ülkemizin üretmeye, ihraç etmeye ve büyümeye ve refah düzeyini yükseltmeye ihtiyacı var.
O halde Milli ve manevi duygulara ve değerlere önem veren yaşayan ve yaşatan. Ahlaklı işine sadık, sebat eden, işinde yükselmeyi hedefleyen, işine ve mesleğine katma değer katan, yaptıkları işler ve başarılarıyla guru duyduğumuz askerimiz, polisimiz, sağlıkçılarımız, savunma sanayinde, yazılım alanında çalışanlar gibi başarılı ve gurur duyduğumuz insan kıymetleri yetiştirmeliyiz.
Eşref Küçükateş