İlim Yayma Vakfı tarafından 50. Kuruluş yılı sebebiyle hazırlanan “50 Yılda 50 Vakıf İnsan” kitabı Türkiye’nin yarım asırlık eğitimi ve vakıf tarihine çok önemli bir pencereden bakılmasını sağlıyor. Kitapta farklı dönemlerde İlim Yayma Vakfı’nda iz bırakmış Sabri Ülker’den Kemal Unakıtan’a, Prof. Dr. Nevzat Yalçıntaş’dan İbrahim Bodur’a, Ali Eymen Topbaş’tan Prof. Dr. Sabahattin Zaim’e kadar 50 değerli isim yer alıyor. Kitapta, manevi değerlerine sahip çıkan, ülkesine bağlı eğitimli genç nesiller yetişmesine büyük katkıda bulunan 50 vakıf insanına ait çok özel fotoğraf, bilgi ve bazı belgeler ilk kez paylaşılıyor.
İlim Yayma Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Necmeddin Bilal Erdoğan: “1951 yılında 68 hayırsever, ‘ilme hizmet etmek’ düşüncesiyle İlim Yayma Cemiyeti’ni kurmuştu. Türkiye Cumhuriyeti’nin çok partili rejime geçişiyle yaşıt olan bu dernek, rejime isabet etmiş her türlü marazdan da nasibini almıştır. Örneğin darbeler, muhtıralar, kapatmalar, el koymalar görmüş ve bünyesinde yaşamıştır. ‘Niyet hayır akıbet hayır’ kelam-ı kibarının bir yansıması olarak maruz kalınan zorluklar imtihan kabul edilmiş, azimler artarak meşru zemin içerisinde çözümler geliştirilmiştir. Bu eser vesilesiyle hem vakfımızın tarihçesini hem de kurucularımızla ilgili bilgileri derli toplu bir araya getirmek, tarihe not düşmek hedefimizdi.”
Türkiye’nin seçkin ilim, irfan yuvalarından İlim Yayma Vakfı kuruluşunun 50. Yılında bu asırlık yürüyüşüne dair “İlimden İrfana 50 Yıldan Asra” mottosuyla başlattığı 50. Yıl etkinlikleri kapsamında “İlim Yayma Vakfı 50 Yılda 50 Vakıf İnsan” adını verdiği önemli bir eseri hayata geçirdi. Vakıf tarihinde iz bırakmış kişiler ile ilgili bilgileri derli toplu bir araya getirmek ve tarihe not düşmeyi hedefleyen kitabın hazırlanmasında çok sayıda proje danışmanı, akademisyen ve editör görev aldı.
Kitap Nasıl Hazırlandı?
Kitap bir ortak çalışma neticesinde oluşturuldu. Yayınına karar verildikten sonra belli aralıklarla toplanılarak planlamalar yapıldı, bir dizi kararlar alındı. Hakkında çalışma yapılacak isimler ortaya çıkarıldıktan sonra listeye son hali vakıf Mütevelli Heyeti’nce verildi. Bu önemli isimleri yazacak kişiler tek tek belirlendi. Kitabın hayata geçirilmesi için fazla zaman bulunmaması sebebiyle çok yazarlı bir çalışma yöntemi tercih edildi. Yüksek lisans ve doktora aşamasındaki 30 genç, sorumluluğunu üstlendikleri biyografileri ilmî usuller çerçevesinde yazmaya başladılar. Araştırmacılar tarafından genel olarak iki ana kaynak kullanıldı. Birincisi aileden hayatta olanlara başvurularak onlardan bilgi ve belge edinmek. İkincisi ise İlim Yayma Vakfı’nın arşiv ve yayınlarını kullanmak.
Acun ve Ünal’ın Özverili Çalışmaları
Bu konuda her aşamada işin başında olup kitabın yayın yönetmenliğini üstlenen Vakıf Kurucu ve Bağışçı İlişkileri Müdürü Osman Acun ile Özel Kalem Müdürü Abdulkadir Ünal yazarlara her türlü yardımı yapmış, onların ailelerle buluşmasını yanı sıra arşiv belgelerinin de kullanımlarına sunulmasını sağladı. Kitapta sıralama; ise kurucuların Mütevelli Heyeti’nde görev aldıkları tarih esas alınarak yapıldı. Kitabın ilk sayfalarında İlim Yayma Cemiyeti’nin kuruluş, amacı ve hedefleri özel belgeleriyle anlatılıyor. İlim Yayma Cemiyeti çok partili hayata geçildikten sonra Türkiye’nin ilk sivil toplum kuruluşlarından biri olarak 11 Ekim 1951 tarihinde 68 hayırsever tarafından kurulduğu belirtiliyor.
Topluma İz Bırakmış 50 Hayat, 50 Özel İnsan
İş ve manevi hayatlarındaki mücadele ve azmin yanı sıra hayırseverlikleriyle de herkese örnek olmuş 50 ismin hayat hikâyeleri çok özel bilgi fotoğraf ve belgelerle kitapta bir araya getirildi. Hayatta olanlarla bizzat görüşüldü, ebediyete irtihal eden önemli isimlerin ailesi, çocukları ve yakınlarıyla buluşuldu. Aylar süren çalışmalar sonucunda sadece İlim Yayma Cemiyeti ve İlim Yayma Vakfı değil, Türkiye’nin son yarım asrına ayna tutan tarihe not düşülecek çarpıcı insan hikâyelerine ulaşıldı.
Sabri Ülker’den Kemal Unakıtan’a 50 Vakıf İnsanı
600 sayfalık eserde Türk sanayisi ve iş dünyasına damgasını vurmuş iş insanları, siyaset, bilim ve akademi dünyasına iz bırakmış önemli isimlere yer veriliyor. Rahmetli iş insanı Sabri ÜLKER’in hayatı ve İlim Yayma Cemiyeti’ne katkılarının anlatıldığı bölümle başlayan kitapta sırasıyla Ali Eymen TOPBAŞ, Abdųlkadir ÇAVUŞOĞLU, Abdurrahman Korkut ÓZAL, Mehmet Fahrettin ÜRETMEN, Sabahattin ZAİM, Asım TAŞER, Yusuf TÜREL, Hasan Tahsin UĞUR, Nazif ÇELEBİ, İsmail Niyazi KURTULMUŞ, Mahmud Celâleddin ÖKTEN, İbnülemin Mahmud Kemal İNAL, Münevver AYAŞLI, Nevzat YALÇINTAŞ, Yurdakul DAGOGLU, İbrahim BODUR, Süleyman YALÇIN, Ahmet YILDIZ, Salih TUĞ, Muhammed Emin SARAÇ, Osman ÖZTÜRK, Sabri ÖZPALA, Sedat ÇEBİ, Ahmet Yahya KiĞILI, Mehmet Fehmi BİLGE, Abdülkavi BEŞER, Mehmet Rahmi BİLGE, Hasan SAĞLAM, Mustafa Kemal MALKOÇ, Mustafa KÖSEOĞLU, Kazım SAVAŞ, Mehmet YILDIZ, Fehmi ÇELİKKOL, Sabahattin KIRKAN, Musa UĞUR, Ferruh ERTÜRK, Ahmet Fikret EVYAP, Kemal UNAKITAN, Mehmet Avni İMAN, İsmet AĞAN, Mehmet Mehdi SUNGUR, Mustafa UĞUR, Mehmet Akif AYDIN, Kahraman EMMİOĞLU, Yücel ÇELİKBİLEK, İsmail ADAK, Abdullah TỈVNİKLİ, Adnan ÇELİK ve eski TBMM başkanı İsmail KAHRAMAN yer alıyor..
N. Bilal Erdoğan: “Dernek Büyük Zorluklarla Mücadele Etti”
Kitabın girişindeki “takdim” bölümünde “Vakfımızın kuruluşunun 50. yılında yarım asırlık yürüyüşümüze dair “İlimden İrfana 50 Yıldan Asra” mottosuyla başlatmış olduğumuz 50. Yıl Etkinliklerimiz kapsamında “İlim Yayma Vakfı 50 Yılda 50 Vakıf İnsan” adını verdiğimiz bir eser hazırlamak istedik” diyen İlim Yayma Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Necmeddin Bilal Erdoğan eserde yer alan isimler ve hayat hikâyelerine ilişkin düşüncelerini şu sözlerle dile getirdi:
“2023 yılı itibarıyla 50. yılına giren İlim Yayma Vakfımızın hikâyesi esasında daha da eskiye dayanıyor. 1951 yılında 68 hayırsever, ‘ilme hizmet etmek’ düşüncesiyle İlim Yayma Cemiyeti’ni kurmuştur. Türkiye Cumhuriyeti’nin çok partili rejime geçişiyle yaşıt olan bu dernek, rejime isabet etmiş her türlü marazdan da nasibini almıştır. Örneğin darbeler, muhtıralar, kapatmalar, el koymalar görmüş ve bünyesinde yaşamıştır. ‘Niyet hayır akıbet hayır’ kelam-ı kibarının bir yansıması olarak maruz kalınan zorluklar imtihan kabul edilmiş, azimler artarak meşru zemin içerisinde çözümler geliştirilmiştir. Yaşanılan zorluklar yeni arayışları beraberinde getirmiş, bu kutlu davanın aksamaması, hizmetlerin devam etmesi, emanetlerin zayi olmaması için bir vakıf kurma kararı alınmıştır. Cemiyet’in ilk kurucularından kendini bu hizmetlere vakfeden 11 büyüğümüz Vakfımızın da kurucu üyesi olmuştur (1973). Vakfımızın 98 kurucu üyesinden 41’i yine aynı dönemde Cemiyet’in yönetim organlarında görev yapan ehil ve muhib insanlardır. İşte 1951 yılında toprağa atılan bu iyilik tohumu yeşermiş, büyümüş ve nice güzel meyveler vermeye devam etmektedir.”
N. Bilal Erdoğan: “Büyüklerimiz Vakfı Adeta Kendi Evlatları Gibi Gördü”
Necmeddin Bilal Erdoğan, takdim yazısında kitabın İlim Yayma Cemiyeti ve devamında kurulun İlim Yayma Vakfı’nın meşakkatli yolculuğunda vakfa hizmet sorumluluğunun kuşaktan kuşağa geçtiğini söyledi:
“Bu eser vesilesiyle hem vakfımızın tarihçesini hem de kurucularımızla ilgili bilgileri derli toplu bir araya getirmek, tarihe not düşmek hedefimizdi. Bu zamana kadar hizmet eden büyüklerimizi hayır ve rahmetle yad ediyoruz. Elbette ki hem İlim Yayma Cemiyeti’ni hem de İlim Yayma Vakfı’nı kuran, hizmet eden, yönetiminde bulanan, bağış yapan herkes değerli, her biri muhterem ve müstesna insanlar. Lakin bunlar içerisinden aile olarak bu hizmetleri devam ettirenler var ki bu aileler dededen toruna bu kutlu davadan hiç kopmamışlar, desteklerini her daim sürdürmüşler. Vakfı adeta kendi evlatları gibi görmüşler, bu hizmeti hayatlarının bir parçası haline getirmişlerdir. Necati Uğur ailesi, Hacı Fahri Kiğılı ailesi, Muammer-Sabahattin Topbaş ailesi, Sabri Ülker ailesi, Hacı Nazif Çelebi ailesi, Ahmet Yıldız ailesi, Fehmi Bilge ailesi, Mehmet Üretmen ailesi bunlardan bazılarıdır…”
Kitabın editörlüğünü yapan Dr. Âlim Kahraman ise girişteki yazısında kitabın hazırlanmasında 30 kadar genç akademisyen ismin çalıştığını belirterek, geçmişten günümüze yaşananların herkesi etkilediğini ifade etti: “Kitap incelendiği zaman görülecektir ki işin içine girdikçe her araştırmacının şevki artmış, duydukları ilgi ve heyecan satırlarına da yansımıştır. Böylece hayatlarıyla birer numune olan o insanların vakıf insanı olma anlayışları araştırmacılarımıza da geçmiştir. Bu kitabın bir kârının da bu olduğunu düşünüyoruz.”
Kitapta İlim Yayma anlayışının ortaya çıkışı, vakıflaşma süreci ve vakıf olarak sürdürülen hizmetler ana hatlarıyla ele alınarak anlatılıyor. Özellikle eğitim alanında hizmet vermeyi hedefleyen İlim Yayma camiası, vakıf anlayışını özümsemiş, vakıf insanların omuzlarında yükselen bir değer olarak birçok hizmeti üstlenmiş, başta İmam Hatip Okulları olmak üzere pek çok eğitim kurumunun ve bu kurumlarda eğitim gören genç nesillerin yetişmesine büyük katkı sağlamıştır.
“50 YILDA 50 VAKIF İNSAN” KİTABINDA
ÖNE ÇIKAN ÖZEL NOTLAR
KİTAPTA YER ALAN İSİMLER
Sabri Ülker, Ali Eymen TOPBAŞ, Abdulkadir ÇAVUŞOĞLU, Abdurrahman Korkut ÖZAL, Mehmet Fahrettin ÜRETMEN, Sabahattin ZAİM, Asım TAŞER, Yusuf TÜREL, Hasan Tahsin UĞUR, Nazif ÇELEBİ, İsmail Niyazi KURTULMUŞ, Mahmud Celâleddin ÖKTEN, İbnülemin Mahmud Kemal İNAL, Münevver AYAŞLI, Nevzat YALÇINTAŞ, Yurdakul DAĞOĞLU, İbrahim BODUR, Süleyman YALÇIN, Ahmet YILDIZ, Salih TUĞ, Muhammed Emin SARAÇ, Osman ÖZTÜRK, Sabri ÖZPALA, Sedat ÇEBİ, Ahmet Yahya KiĞILI, Mehmet Fehmi BİLGE, Abdülkavi BEŞER, Mehmet Rahmi BİLGE, Hasan SAĞLAM, Mustafa Kemal MALKOÇ, Mustafa KÖSEOĞLU, Kazım SAVAŞ, Mehmet YILDIZ, Fehmi ÇELİKKOL, Sabahattin KIRKAN, Musa UĞUR, Ferruh ERTÜRK, Ahmet Fikret EVYAP, Kemal UNAKITAN, Mehmet Avni İMAN, İsmet AĞAN, Mehmet Mehdi SUNGUR, Mustafa UĞUR, Mehmet Akif AYDIN, Kahraman EMMİOĞLU, Yücel ÇELİKBİLEK, İsmail ADAK, Abdullah TỈVNİKLİ, Adnan ÇELİK, İsmail KAHRAMAN.
“İlim Yayma Vakfı 50 Yılda 50 Vakıf İnsan” kitabında yer verilen 50 özel insanın hayatlarından ilginç notlar da yer alıyor. Bazıları biliniyor bazıları ise ilk kez kamuoyu ile paylaşılıyor. İşte özel sohbetler ve araştırmalar sonucu ortaya çıkan bu çok önemli notlardan öne çıkanlar…
SABRİ ÜLKER (1920-2012)
Ülker Markasının Doğuşu
“İlim Yayma Vakfı 50 Yılda 50 Vakıf İnsan” kitabında hizmetleriyle toplumda iz bırakmış 50 insana yer veriliyor. Kitabın ilk sırasında ise ünlü işadamı Sabri Ülker yer alıyor. Sabri Ülker’in hayatı ve İlim Yayma camiasına katkıları ayrıntılı bilgilerle anlatılıyor. İşte Sabri Ülker’in hayatından bazı çok özel notlar:
Ülker Markası Berksan Ailesi’nin Soy İsmi Oldu
Kitapta, Ülker markasının doğuşunu kuzenleri Mualla Öner şöyle anlatır: “Sabri Ağabey’im, yüksekokulu bitirince iki kardeş Eminönü’nde bir dükkân satın aldılar. Bu dükkânın kapısında sacdan yapılmış bir tabela vardı. Üzerinde de eski bir firmanın (Üç yıldız) adı yazılıydı. İki kardeş, bu işyerine yeni bir tabela yaptırmanın masraflı olacağını dahi düşündüler. Ancak, tabeladaki isme sahip olamamışlardı. Dolayısıyla, o ismin değişmesi gerekiyordu. Bisküvi imalathanesine yeni isim aranırken, o sırada Sabri Ağabey’im, akşamları bir roman okuyordu. Romanın adı da Ülker Fırtınası idi. Dönemin ünlü yazarlarından Safiye Erol Hanımefendi’nin (ö. 2010) yazmış olduğu bu kitabı Sabri Ağabey’im, akşamları büyük yemek masasının bir köşesinde açar, okurdu. Güzel bir tesadüf olacak ki oturdukları evin orta katında yaşayan ailenin küçük kızının adı da Ülker’di. Berksan ailesinin tüm fertleri Ülker’le karşılaştıklarında o minik kızı çok severlerdi. Kuzenlerim, yeni bisküvi firmalarına marka oluşturmak için yıldızlardan yola çıkıp Safiye Erol’un romanı Ülker Fırtınası isminden esinlenerek ‘Ülker’de karar kıldılar.” Ülker adı zamanla Kırımlı Devletler Ailesi’nin asli soyadı olan Berksan’ın önüne geçmiştir. Durum böyle olunca Ülker markası aileyi, soyadını Ülker diye değiştirmeye zorlamıştır. Nitekim 1944 yılından itibaren Berksan ailesi, artık Ülker ailesi olmuştur.”
Sabri Ülker’in İnandığı Değerler
“Hayatı boyunca elde ettiği başarının temelinde inandığı birtakım değerler vardır. Bu değerlerin başında “çok çalışmak, mütevazı olmak, tüketiciye saygı duymak ve zamana ayak uydurmak” gelmiştir. Ona göre bir üretici, vatanına ve milletine karşı sorumluluklarını bilmelidir. Kazandığını yine işine yatırmalı, kaliteden ödün vermemelidir. Tüketiciye en iyi hizmeti sunmaya çabalarken çalışanlarını ve tedarikçilerini de gözetmeli, hak yememeli ve saygıda kusur etmemelidir. Bunlar yanında dünyadaki teknolojik gelişmeleri takip edebilmeli, yabancı ortakların ustalık ve tecrübelerinden istifade edebilmelidir. Netice olarak Sabri Ülker’in gayesi, ülkesine en doğru ve başarılı bir biçimde hizmet etmektir denebilir. Bunu kendisi bizzat şöyle ifade etmiştir: “Bu ülke bizim ülkemiz. Biz çalışmalıyız, kazanmalıyız, üretmeliyiz. Çalıştığımızı, kazandığımızı da bu ülke ile paylaşmalıyız.”
Sabri Ülker’in torunu Ali Ülker’in, Vakıf ile Ülker ailesinin ilişkisi hakkında yaptığı açıklamalara yer vermek gerekir: “İlim Yayma Vakfı ile ailemiz arasında Vakfın kuruluşundan bugüne değin sıkı münasebet mevcut. Bu münasebeti temelinden açıklamak gerekirse, bilindiği üzere İslamî ilimler konusunda kayıp periyot dönem yaşandı. Özellikle harf inkılâbı neticesinde eski eserlere erişim zorlaştı. Sabri Bey’in babası İslâm Efendi bir medrese âlimiydi ve şahsi eğitim-öğretimi Osmanlı alfabesi üzerine kuruluydu. Alfabe değişimiyle birlikte büyük dedemizin derslerinde işlediği ders kitapları ve hatta bizzat hayatı boşluğa düşüş yaşamıştır. İslâm Bey, Latin alfabesine vâkıf olmadığından müderrisliğini devam ettirememiş, ancak kendisine bir kütüphane görevlisi olarak iş bulabilmiştir. Bu işte eski kitapların tasnifiyle ilgilenmiştir. Aynı süre zarfında bir Cemiyet olarak mevcudiyet kazanan İlim Yayma (1951), İslamî ilimlerdeki kopukluğu gidermek ve vasıflı din insanı yetiştirmek üzere İmam Hatiplerin kurulmasına öncülük ediyor. Sabri Ülker de aynı gayeyi desteklemek üzere Cemiyet’e ehemmiyet veriyor ve Cemiyet’in vakıf yüzü kazanmasında büyük destekçilerden biri oluyor. İlim Yayma Cemiyeti, Vakıf (1973) olduktan sonra bu ideallerini sürdürülebilirlik manasında sağlam bir yapıyla dizayn etmiştir. Her kesimden üyeler edinmiştir. Sanayicisi, avukatı, bürokratı bu Vakfa türlü hizmetlerde bulunmuştur. Bu doğrultuda Vakıf, önemli derecede resmîlik ve şeffaflık sahibidir. Vakıf, Devletin denetimine ve kontrolüne açıktır. Başta dedem olmak üzere bu Vakfın her bir üyesinin tek bir gayesi oldu: İlmi topluma yayarak ilme sahip çıkmak. Sabri Ülker’in çalışma anlayışı ve disiplini Vakfın çalışma anlayışı ve disiplinine örnek teşkil etmiştir. Vakfın toplantılarının akşam vakitlerinde yapılması buna basit bir emsaldir. Sabri Ülker’in çalışma prensipleri Vakfın çalışma prensiplerine yansımıştır. Sabri Ülker aile üyelerinden de Vakıf çalışmalarında bulunmalarını istemiştir. Ailenin birer fertleri olan Murat Ülker ile Orhan Özokur Vakıf’taki sorumluluklarını Sabri Ülker’in teşvikleriyle üstlenmişlerdir. Sabri Ülker İlim Yayma Vakfı’yla olan münasebetinin aile içinde nesillerden nesillere devam etmesini istemiştir.”
MURAT ÜLKER
Murat Ülker, 1990’lı yıllardan bugüne değin hem İlim Yayma Cemiyeti’ne hem de İlim Yayma Vakfı’na pek çok hizmet ve destekte bulunmuş, babası Sabri Ülker’in yolundan ilerlemiş ve Ülker ailesinin vakıfla olan maddi-manevi bağını kesintiye uğratmadan sürdürmüştür. İlim Yayma’ya dair duygu ve düşüncelerini kendisinden dinleyelim:
“İlim Yayma Cemiyeti ve İlim Yayma Vakfı benim için aslında bir vazgeçilmezi ifade ediyor. O da ne demek? Geçmiş ile irtibatımı, gelecek kuşağa dair hayallerimi paylaşabileceğim samimi bir arkadaş grubunu ifade ediyor. Anadolu’da bir yere gidince, selamünaleyküm deyince, İlim Yayma’dan bahsedince aileden birisi oluveriyorsunuz. Bu, çok hoş bir şey… İlim Yayma Cemiyeti, tabii Vakfı da bütün yurtta sağduyu ve izanıyla gücünü gösteren anonim, fevkalade büyük ve yaygın bir dernek, bir kuruluş. Kuruluşundan itibaren İlim Yayma’nın millî ve manevi değerlerin kıymetinin toplum düzeyinde artması için yurt menfaatine yönelik eğitim hizmetlerinde yer aldığını gördük ve her zaman babamla birlikte cemiyetin/vakfın faaliyetlerini ilgi ve alakayla takip ettik, destekledik. İlim Yayma’nın günlük siyasetten uzak ve günlük menfaat kavgalarının dışında kalarak tüm beldelerdeki mütedeyyin, izan sahibi insanlarıyla vatan ve millet aşkı içinde gelecek nesillerin yetişmesi amacıyla fedakârca çabaladığını düşünüyorum. Ailemiz nesillerinin İlim Yayma Vakfı üyesi olması bizlere amcam ve babamdan miras kalan pek az şeyden biridir. İlim Yayma’nın kuruluşundan bugüne değin sürecinde bir mücadele var. İlim Yayma Vakfı’nın ve onun etrafında kümelenmiş insanların mücadelesi çok güzel bir şey. Bunu, bizlere kalan güzel bir miras olarak kabul ediyorum.”
ABDULKADİR ÇAVUŞOĞLU VE TAKSİM CAMİİ (1919-1995)
Taksim Camii Fikri İlk Olarak Ne zaman Ortaya Atıldı?
İlim Yayma Vakfı ve Abdulkadir Çavuşoğlu Sosyal alandaki faaliyetlerine daha çok 1960’lı yıllardan itibaren başlayan Abdulkadir Çavuşoğlu, 1973 yılında kurulan İlim Yayma Vakfı’nın kurucu üyelerinden biri olup Vakıf Senedi’ndeki kurucu üyeler listesinde adı ilk sırada yer almaktadır. Türkiye’de zaman zaman gündeme gelen konulardan biri Taksim’de bir caminin inşası meselesi olmuştur. Abdulkadir Çavuşoğlu ve kardeşlerinin şirketiyle aynı alanda faaliyet gösteren İshakol Boya’nın kurucusu Süleyman İshakoğlu da 1970’li yıllarda arkadaşlarının desteğiyle Taksim Camii ve Külliyesini Yaptırma ve Yaşatma Derneği’ni kurarak Taksim’e cami yapmak üzere çalışmalara başlamıştır. İshakoğlu’nun başkanlığını yürüttüğü derneğin başkan yardımcılığını ise Abdulkadir Çavuşoğlu üstlenmiştir. Buradaki birliktelik İlim Yayma Vakfı’nın kurulmasında da kendini göstermektedir. İshakoğlu da Abdulkadir Çavuşoğlu gibi İlim Yayma Vakfı’nın ilk kurucu heyeti içinde yer almıştır. Çavuşoğlu, söz konusu dernekte uzun yıllar boyunca bu görevi sürdürmüş, Taksim’de planlanan caminin inşası için önemli derecede çaba sarf eden isimlerden biri olmuştur. İshakoğlu, Çavuşoğlu ve diğer dernek yöneticileri zorlu ve uzun bir süreç sonunda caminin projesini hazırlayarak maketini 10 Eylül 1980’de dönemin Başbakanı Süleyman Demirel’e (ö. 2015) sunmuş, onay alan proje, 2 gün sonra gerçekleşen 12 Eylül 1980 Darbesi nedeniyle uygulanamamıştır. Abdulkadir Çavuşoğlu ve arkadaşlarının hayali olan Taksim Camii’nin temeli ancak 2017 yılının Şubat ayında atılabilmiştir. Mimarisiyle dikkat çeken ve Taksim Meydanı’nın sembollerinden biri hâline gelen Taksim Camii, 28 Mayıs 2021 Cuma günü, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın teşrifleriyle gerçekleştirilen törenle ibadete açılmıştır.”
ALİ EYMEN TOPBAŞ (1938-1991)
İlim Yayma Cemiyetini Kuranlar Arasında Yer Aldı
İlim Yayma Cemiyeti’nin Önemli İsimlerinden
“Bu yazıda Eymen Topbaş hakkında sadece bir hayat öyküsünün verilmesine değil, daha çok vakıf çalışmalarında durduğu yerin gösterilmesine gayret edilmiştir. Aileden gelen birikimi de ele alınınca vakıf faaliyetleri çok daha anlamlı hale gelmektedir. Bu nedenle, ailenin kısa bir tarihçesi verilerek geçmişinden getirdiği birikimlerin neler olduğu netleştirilmeye çalışılmıştır. Böylece ailenin ve Eymen Bey’in neden İlim Yayma ve diğer Sivil Toplum Kuruluşları’nda (STK) aktif rol aldıklarının anlaşılabilmesine de küçük bir katkı sağlanmıştır.”
“Tarih 13 Ekim 1951’i gösterdiğinde İmam Hatip Okulları açılmasına dair karar alınmış ve Şehzadebaşı’ndaki eski Zeyrek Ortaokulu harap hali ile bu iş için tahsis edilmişti. Allah, büyüklerin himmeti ve Mahmud Celaleddin Ökten Hoca’nın (ö. 1961) önderliğinde aralarında Ahmed Hamdi Topbaş (ö. 1944) ve Firdevs Hanım’ın (ö. 1957) oğlu Hulusi (ö. 1963) ve Nuri (ö. 1963) Beyler’in de bulunduğu 68 güzel insana kendileri gibi güzel insanlar yetişsin diye bir araya gelerek 11 Ekim 1951’de İlim Yayma Cemiyeti’ni kurdurdu ve dört gün gibi kısa bir sürede tadilat yapılarak 17 Ekim 1951’de eğitimin başlamasına kendilerini vesile kıldı… Aralarında Topbaş ailesinden iki kişinin bulunduğu işte bu 68 öncü neslin tohumlarını ektiği Cemiyet’ten daha pek çok oluşum meydana gelse de birbirinden ayrılmayacak ikinci bir kuruluş daha neşet ettirildi..”
İlim Yayma Vakfı’nın Kurulmasına Neden Gerek Duyuldu?
70’li yılların başında; “Özellikle siyasal kırılımlar ve toplumsal varoluşsal mücadeleler dolayısı ile zaman içinde çeşitli sıkıntılarla karşı karşıya kalan Cemiyet şahsı manevisinde, tüm Müslümanları temsil eden “güzel insanlar topluluğu”; çok zor şartlarda, elde edilmesi için birkaç neslin fedakârane, sabırlı ve azimli çalışmaları neticesinde nerdeyse 50 yılda kazanılmış hakları kaybetmek istemiyordu. Özellikle yedi sene boyunca kayyum idaresinde çalışan Cemiyet tecrübesi ile derneklerin gayrimenkullerine el konulması endişesi, bu oluşumun bir daha ele alınmasını sağladı. Bir yandan Müslümanların dini talim ve tedrisatını diğer yandan malları, zekât ve tasaddukatını koruma gayesi ile yeni bir oluşuma gidildi. Bu vesile ile, “güzel insan yetiştirme” doğrultusunda ilme dair tüm alanlarda hizmet verecek şekilde 8 Ocak 1973’te İlim Yayma Vakfı tesis edilmiş oldu. Dedelerinden itibaren insan yetiştirmeye gayret eden ve dinî bilginin edinimi ve tatbiki için bir medrese kurup dolup taşan talebeyi eğitmeye çalışan Topbaş ailesi, Cemiyet ve Vakfın kuruluşunda yer almakla kalmamış aynı zamanda altısı ilk kurucular arasında olmak üzere on iki üyeyle Vakfın idaresinde28 fiili olarak hizmet de edegelmişlerdir. Bu bağlamda Eymen Topbaş, 1974-1985 yılları arasında Mütevelli Heyeti Başkanlığı’nı üstlenmiştir. 9 Temmuz 1991’de vefat edinceye dek ticaret, siyaset ve vakıf faaliyetlerini bir arada idame ettiren farklı STK’larda hizmetleri bulunan Eymen Bey’in, İlim Yayma Vakfı (Vakıf) tarihinde hiç şüphesiz çok özel bir yeri vardır.
Kuruluşunda yer alan mümtaz şahsiyetlerle birlikte uzun bir süre hizmet eden Eymen Bey’in döneminde Vakfın çalışma alanları ile yönetim ve organizasyon yapıları netleşmeye başlamıştır. Başlangıcından itibaren bütçe çalışmaları yapılarak icra edilen tüm faaliyetler, kalem kalem belirlenmiş ve zamanla Vakfın neye, kime, nasıl ve hangi ölçüde destek vereceği belirginleşmiştir. Bu bağlamda yurt hizmeti yanında ihtiyaç ve başarı durumuna göre burs ve eğitim desteği de sağlanmıştır. Doğrudan öğrencilerin şahsına yönelik bu destek kalemleri yanında eğitim için kullanılacak bina yapımı ve kütüphane oluşturulmasında da hatırı sayılır katkılar sunulmuştur. Zamanla inşaat destekleri azalarak doğrudan bireysel ilmî destekler ağırlık kazanmıştır.
ABDURRAHMAN KORKUT ÖZAL (1929-2016)
İstanbul’a İlk Geliş ve İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Yılları Tıpkı Ağabeyi Turgut Özal gibi onun da yolu Teknik Üniversite’ye düşmüştü. 1946 yılında İstanbul’a giderek yüksek tahsiline başlamış oldu. Üniversite yıllarında İstanbul Teknik Üniversitesi’nin (İTÜ) yurtlarında kalmış ve Turgut Ağabeyi’yle birlikte gittikleri İTÜ’nün o minicik mescidinde Necmettin Erbakan (ö. 2011) ve Osman Çataklı (ö. 2018) gibi ağabeylerle tanışmışlardı. Mali açıdan çok da rahat bir öğrencilik hayatı yaşamadı. Memur maaşıyla üç çocuk okutmaya çalışıyordu Özal Ailesi. İlk sene yurt çıkmadığı için oldukça zorlandılar. İkinci sene ise Korkut Özal Teknik Üniversite’nin yurtlarında kalmaya başlamıştı. Bu dönemde çektiği sıkıntılardan kaynaklanmış olacak ki kendi kendine şöyle bir söz vermişti: “Allah bir gün imkân verirse vakıf kurup genç çocukların eğitimine katkı vereceğim.” Henüz bir üniversite öğrencisiyken ileride vakıf kurmayı niyaz etmiş ve hayatının geri kalanında da bu günlerini hiç unutmamıştı.
Mormonlarla Tanışma ve Dönüm Noktası
1955 yılında devlet tarafından ABD’ye gönderilerek su kaynakları ve sistemleri alanında çalışmalar yaparken hayatının geri kalanını şekillendirmesine vesile olacak insanlarla tanıştı. Mormonlar olarak bilinen bu insanlar, gazetede Peygamber Efendimiz hakkında gördüğü bir cümlenin doğru olmadığını ifade etmesi üzerine tanıştıkları Korkut Özal’dan, kilisede İslamiyet hakkında bir konferans vermesi istendi. Bunun üzerine kendisinin de İslamiyet hakkında yeterli bilgisi olmadığını düşünen Korkut Özal hemen uçak postasıyla mektup yazıp Türkiye’den bilgi alabileceği kaynaklar istedi. Oradaki cemaatin tamamına kilisede 45 dakika boyunca İslamiyet hakkında konferans verdikten sonra Mormonlar’ı daha yakından tanıma fırsatı buldu. Dini, sosyal hayatlarına çok güzel entegre eden bu insanları tanıdıkça dinin Amerika’da zannedildiği gibi çok da arka planda olmadığının farkına varan Korkut Özal, bu konuda şu ifadeleri kullanıyor: “Dinle olan ilgileri öyle bizimkiler gibi ‘Elhamdülillah Müslümanım’ demekten ibaret kalmıyor. Bilakis bunu canlı tutuyorlar.” Birbirlerine hemen her konuda yardımcı olan ve kilisenin ihtiyaçları için düzenli olarak bağışlar toplayan Mormonları yakından müşahede eden Korkut Özal’ın, vakıf kültürünün bu topraklarda bile bu kadar önemsendiğini görmesi hayatının geri kalanında alacağı pek çok kararda etkili olacaktı.
Sarsıcı Bir Soru ve İslam’ı Yaşama Kararı
Mormon bir profesör olan Parley’nin “Madem Müslümansınız neden namaz kılmıyorsunuz ve dininizi yaşamaya çalışmıyorsunuz?” sorusu Korkut ve Müjgan Özal çiftini derinden etkilemişti. Bu olay üzerine tefekkür etmeye başlayan Özal çifti vakit kaybetmeksizin İslami konularda araştırmalar yapmaya başladılar. “Bunları görünce dedim ki, Türkiye’ye dönünce, Allah izin verirse, İslam’ı yaşayalım. Yani bir usulden ibaret bırakmayalım, dedim.”
İlim Yayma Vakfı’nın Kuruluşu1972 yılında İstanbul’a dönüp üniversite öğrencilerinin daha iyi şartlarda eğitim görebilmelerini sağlamak amacıyla birçok çalışmanın içinde yer aldı. Mehmet Zahit Kotku Hocaefendi’nin de öncülüğünde pek çok vakıf yurdu ve eviyle ilgilendi. Bir yandan da İlim Yayma Cemiyeti tarafından İlim Yayma Vakfı’nın kurulmasına karar verilmiş ve Vakıf Senedi’nin hazırlıkları başlanmıştı. Bu sürecin de takipçisi olarak Korkut Özal 31 Mart 1973 tarihinde kurulan İlim Yayma Vakfı’nın Kurucuları arasında yer aldı.
MEHMET FAHRETTİN ÜRETMEN (1913-1980)
Fabrikası Hayır Kurumu Gibi Çalıştı
Sanayicilikteki seçkin başarısının yanında fabrikasını ve daha sonra kurduğu diğer tesislerin kapılarını herkese açarak bu müesseselerin kimi zaman bir okul, kimi zaman aşevi, kimi zaman ise bir hayır lokali olarak hizmet verdiğine şahit oluyoruz. Üretmen’in fabrikasında çalışan işçiler yanında, alışılagelmiş biçimde herkese yemek verilirdi. Normal zamanlarda günde en az 800, en çok ise 1.500 kişiye yemek verilirdi. Fabrika bu anlamda çevredeki okullarda ve diğer kurslarda tahsil gören talebeler için bir uğrak noktasıydı. Böylece barınmaları daha önce bir şekilde temin edilen talebelerin geçinmesi de bu şekilde temin edilmiş oluyordu. Topçular’daki fabrikanın bu manada bir tür mektebe dönüştüğü, küçüklü büyüklü birçok öğrencinin sosyalleştiği ve muhtelif ihtiyaçlarını karşıladığı bir yer olduğu anlaşılmaktadır. Elbette sadece öğrencileri değil, polis ve öğretmen gibi birçok meslekten insanı da görmek mümkündü. Fabrikanın bulunduğu Rami’ye yakın olan camilerdeki Kur’an Kursu talebeleri de düzenli olarak fabrikada pişen yemekten yer; kıyafet, kırtasiye, cep harçlığı gibi ihtiyaçlarını buradan kendilerine ulaşan yardımlar sayesinde karşılarlardı. Bundan başka, fabrikadan çıkan hayır kolileri sadece bulunduğu bölgeye değil, ihtiyaç olan her yere ulaştırılmaya çalışılırdı. Zengin bir iş insanı olan Üretmen, maddi varlığını hayrat işlerinde sınırsızca kullanmaktan hiç çekinmeyen, iş hayatındaki başarılarını eğitim, araştırma, kültür ve vakıfçılık faaliyetlerinde seferber eden bir insandı. Bir şehit çocuğu, bir yetim olarak temiz ve helal bir çalışmanın karşılığında Türkiye’nin en büyük vergi rekortmenlerinden birisi olmuştu.
Nevzat Yalçıntaş Damadı Oldu
1960’lı yıllarda, onun Nevzat Yalçıntaş ile tanışmasına vesile olan kişi, Fatih’te cami bahçesinde çiçekçilik yapan İbrahim isminde birisidir. O da hayır işlerine düşkün olduğundan Üretmen ile yakınlıkları vardır. Yalçıntaş ise meşhur boksör Muhammed Ali’nin Amerika’da ve Afrika’da İslamiyet’i yaymak için gösterdiği gayretleri anlatmak üzere Fatih’te sohbetler düzenlemektedir. O sohbetlere katılanlardan birisi olan Üretmen, henüz İstanbul Üniversitesi’nde genç bir asistan olan müstakbel damadının bu sohbetlerinden çok etkilenmiş; daha sonra eşine ne kadar duygulandığını belirtmiştir. Nevzat Yalçıntaş’ın ismi, zaman geçtikçe aile içinde daha sık tekrarlanır olmuş ve Üretmen ailesi nihayetinde kızları Meliha ve Nevzat’ın izdivacıyla mesut olmuştur.
Torunu Murat Yalçıntaş İle Sokak Sokak Bağış Topladı
Mehmet Fahrettin Üretmen, hayırsever birisi olduğu için vakıf çalışmalarına ve giderlerine devamlı katkıda bulunmuş, her ihtiyaç duyulduğunda yardımını esirgememiş, hatta arkadaş ve meslektaşlarını da bu anlamda hayır işlerine teşvik etmek için yoğun çaba sarf etmiştir. Mesela vakıf için para lazım olduğunda, o sırada ortaokula giden torunu Murat’ın elinden tutar komşu komşu dolaşıp bağış toplarlardı. Merhamet, cömertlik ve hayırseverlik duygusunun daha yaygın ve henüz diri olduğu bir dönemin insanları oldukları için söz konusu para vakıf için toplanacak olduğunda bu esnaf ve iş adamları nezdinde akan sular dururdu. Birbirlerine ne kadar para lazım olduğunu söylemezlerdi; ellerinde ne kadar ihtiyaç varsa verirlerdi.
PROF. DR. SABAHATTİN ZAİM (1926-2007)
İlim Yayma Cemiyetini anlatıyor
Çok yönlü çalışan İlim Yayma Cemiyeti’nin, demokratik tavrı korumakla birlikte siyasi yönü de vardı. Söz gelimi Süleyman Demirel (ö. 2015), Necmettin Erbakan, Alparslan Türkeş (ö. 1997) gibi siyasi liderler fikir alışverişinde bulunmaları için cemiyete davet edilirdi. Sabahattin Zaim ise bu toplantılarda sözcü olarak yer almaktaydı. Neticede demokratik ve çok yönlü tavrıyla İlim Yayma Cemiyeti, muhafazakar kesim açısından sivil toplum kuruluşlarının merkezi kabul edilmekteydi. Ne var ki 1960 ihtilali sonrası 1951 yılında kurulan Cemiyet’in mal varlığına el konuldu ve kapatılmak istendi. Ancak bu süreçte Cemiyet ve Cemiyet’in sahip olduğu mal varlıkları kurtulmuşsa da 1967 tarihine kadar Cemiyet’e kayyum atandı. Bunun üzerine Yusuf Türel’in (ö. 2000) öncülük ettiği bir vakıf kurulmasına ve Cemiyet’in mal varlığının da bu kurulacak vakfa devredilmesine karar verildi. Böylece 1973’te İlim Yayma Vakfı tescil edildi. Cemiyet, bu durumdan kurtulduktan sonra yeni kurulan İlim Yayma Vakfı’na tüm mal varlığını devretti. Sabahattin Zaim de İlim Yayma Vakfı’nın ilk kurucuları arasında yer aldı.
Sabahattin Zaim’in Üniversite Kurma Hayali
Bir ilköğretim okulu ve bir de Anadolu Lisesi bulunduran İrfan Koleji’nin İlim Yayma Vakfı’nın bünyesinde barınmasından söz eden Sabahattin Zaim, o zamanlar üniversiteye de geçilmek istendiğini fakat bunun muhtelif nedenlerden ötürü henüz gerçekleşmediğini belirtmiş ve üniversite düşüncesine -belki de içinde kalan bir ukte olarak- ayrıca işaret etmiştir. Ne var ki kendisi henüz hayattayken bu ideali gerçekleşmemiş fakat vefatından dört yıl sonra İkinci Abdulhamit’in önemli eserlerinden biri olan ve Mehmet Akif’in de hem okuduğu hem de hocalık yaptığı Halkalı Ziraat ve Baytar Mekteb-i Alisi binasının yer aldığı arsada İlim Yayma Vakfı tarafından bir Üniversite inşa edilmiş ve bu üniversiteye Sabahattin Zaim’in ismi verilmiştir.
YÜCEL ÇELİKBİLEK (1949-2020)
Hizmetleriyle Beykoz’un Unutulmaz Belediye Başkanı Oldu
Yücel Çelikbilek 1989 yerel seçimlerinde Beykoz Belediye Başkanlığı’na adaydır. Adaylık sürecini şu sözlerle anlatır: “Ben Refah Partisi Fatih İlçe Teşkilatı’nda İlçe Başkan Yardımcısı olarak görev yapıyordum. Tayyip Bey İl Başkanımızdı. O zaman Fatih’teki il binamız İlçe Başkanlığımız ile altlı üstlüydü. 1989’da yerel seçimler için adaylar belirlenirken Beykoz Belediye Başkanı adayını belirlemeye çalışıyorlar. İsim konusunda sıkıntı yaşanıyor. İl yönetiminde bir arkadaşımız benim Beykozlu olduğumu söyleyince Tayyip Bey beni çağırdı, ‘Seni Beykoz’a belediye başkanı adayı yapıyoruz” dedi. Seçimlerde kazanamaz ancak yeni bir görev verilerek partinin Beykoz İlçe Başkanlığı’na getirilir. Bu dönem Çelikbilek’in İlim Yayma Cemiyeti ile de ilişkisinin başladığı yıldır. Mesleki bakımdan dostluk kurduğu Sedat Çebi vasıtasıyla cemiyetle tanışır. Emekli Tuğgeneral Hasan Sağlam’ın Cemiyet başkanlığını yürüttüğü dönemde yönetim kuruluna girer.
1994 yerel seçimlerinde tekrar aday gösterilir. Ülke genelinde büyük başarı gösteren Refah Partisi’nin kazanan adayları arasındadır. Yüksek Seçim Kurulu’nun Beykoz’da iptal ettiği seçimlerin tekrarlanmasıyla bir kez daha kazanarak belediye başkanı olur. Beş yıl boyunca %41’lik bir oy oranıyla bu makamda görevlerini yürütür. Daha sonraki yıllarda Büyükşehir Belediyesi’ni kazanan Ali Müfit Gürtuna’nın danışmanlığına getirilir. Danışmanlık görevindeyken Hasan Sağlam Paşa’nın 2002’deki vefatı üzerine İlim Yayma Cemiyeti’nin Genel Başkanlığı’na seçilir. İki yıl sürdürdüğü bu görevini 2004 yılında Hamza Akbulut’a devreder ve yönetim kurulundaki üyeliğine döner.
Adını İlim Yayma Vakfı Tarihine Yazdırdı
İlim Yayma Vakfı ile İlim Yayma Cemiyeti’nin tarihi ilişkisi malumdur. 27 Mayıs Darbesinden sonra dernek statüsündeki Cemiyete atanan kayyumun getirdiği kuruluş şartlarına aykırı yaklaşımdan 1967 yılında kurtulabilinir. Yöneticiler müdahalelerin faaliyetlere getirdiği engelleri aşmak amacıyla hukuki açıdan daha sağlam bir liman olan vakıflaşmaya gider. Cemiyet’ten Vakfın yönetimine alınan ilk isimler Mehdi Sungur (ö. 2018) ve Hasan Sağlam olur. Yücel Çelikbilek sonraki süreçte bu iki ismin vasıtasıyla Vakıf mütevellisine girer. 2006 yılında Kahraman Emmioğlu’ndan sonra Mütevelli Heyeti Başkanlığı’na Yücel Çelikbilek gelir. Üç yıl süren ilk döneminden sonra Mustafa Uğur’a bu görevi teslim eder. İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ndeki danışmanlık görevini sürdürürken yine 2009 yılı yerel seçimlerinde kurucularından olduğu AK Parti tarafından Beykoz Belediye Başkanlığı’na aday gösterilir. Seçim sonuçları açıklandığı gece on yıl önce ayrıldığı göreve geri dönmüştür. Çelikbilek’in ilk döneminde hazırlıkları yapılan ve 2010 yılında Vakıf tarafından kurulan İstanbul Sabahattin Zaim Üniversitesi’ne ait meşguliyetler artınca 2012 yılında yeniden Mütevelli Heyeti Başkanlığı’na seçilir. Belediye ile birlikte üzerine önemli bir iş hacmi taşıyarak çalışmalarını yürütür. 2019 yerel seçimlerinde Başkanlık görevini Murat Aydın’a devrederken Mütevelli Heyeti Başkanlığı’nı vefatına değin sürdürmüştür. Vakıftaki görevini vefatından sonra kendi yönetiminde Başkan Vekilliği’nde bulunan Necmeddin Bilal Erdoğan almıştır.
ASIM TAŞER (1923-2006)
Devletin Fazladan Bir Tabak Yemeğine Bile Tenezzül Etmedi
Oğlu Ömer Faruk Taşer babasının kamu malına çok önem verdiğini ve bu yönünü yıllar sonra daha iyi anladığını söyler. Babası oğlunun doktor olmasını isteyerek onu PTT Hastanesi’ne nöbete götürmektedir. Hem öğlen hem de akşam nöbetinde olduğu bir gün yemekhanede ikisi için bir tabaktan fazla yemeği kabul etmemiş devletin kendisine sadece bir tabak yemek hakkı verdiğini söylemiştir. “O fazla tabak benim hakkım değil, başkasının hakkına girmek istemiyorum.” diyerek oğlunun tabağından arta kalan yemeği yemiştir. Çocuk aklıyla durumu tam idrak edemeyen Ömer Faruk Taşer, yıllar sonra babasının kamu malına ne kadar önem verdiğini anlamaktadır.
İlim Yayma İle Olan İlişkileri
Asım Taşer, tıp hizmetinin yanı sıra gönüllü hizmetleriyle de ön plana çıkmaktadır. Dönem dönem Asım Taşer ve İsmail Niyazi Kurtulmuş isimleriyle özdeşleşmiş hayır kurumları vardır ki Türkiye’de birçok ismin yolu buralardan geçmiştir. İsmail Niyazi Kurtulmuş İlim Yayma Cemiyeti’nin önde gelen sembol isimlerinden biri iken Asım Taşer, İlim Yayma Vakfı’nın en uzun dönem Mütevelli Heyeti Başkanlığı görevi yapmış kişi olarak bilinmektedir.
Fatih’teki Meşhur Kardeşler Apartmanı Hayır İçin Çalıştı
Kardeşler Apartmanı, hem Asım Taşer hem de İsmail Niyazi Kurtulmuş’un muayenelerinin olduğu yerdir. Kurban bayramlarında deri toplama merkezi olarak kullanılırdı. O dönemde Sabri Ülker, kamyon desteğinde bulunurdu. İsmail Niyazi Kurtulmuş bu kamyonlara hoparlör bağlar ve mahallelerde “Veren el, alan elden hayırlıdır.” anonsları yapılırdı. Asım Taşer’in çocukları da bu apartmanda özellikle deri toplanacağı zamanlarda görevler alırdı.Bir gün Beyoğlu’nun arka sokaklarında Ömer Faruk ve İhsan Taşer bir adresten deri alacağı zaman kamyoneti bir yere çarpıyorlar ve maddi zararı kendi ceplerinden ödeyerek karşılıyorlardı. Asım Taşer ve İsmail Niyazi Kurtulmuş; yoğun kar yağışının olduğu, kamyon kullanılamadığı zamanlarda kurban derilerini sırtlarında taşırlardı. Burada toplanan derilerden elde edilen gelir ihtiyaç sahibi öğrencilere ve İmam Hatip okullarına yardımlarda kullanılırdı.
İSMAİL NİYAZİ KURTULMUŞ (1920-1986)
İlim Yayma ile Münasebeti Türkiye’nin ilk sivil toplum kuruluşlarından biri olma özelliği taşıyan İlim Yayma Cemiyeti, 11 Ekim 1951 tarihinde 68 mümtaz şahsiyet tarafından İstanbul’da kurulmuştur. Cemiyet, 17 Ekim 1951’de ilim ve irfan sahibi aydınlık nesillerin yetişebilmesi adına Türkiye’deki ilk İmam Hatip Okulu’nu günümüzde İlim Yayma Vakfı İbnülemin Mahmud Kemal İnal Yükseköğretim Erkek Öğrenci Yurdu’nun (Vefa Yurdu) bulunduğu yerde açmıştır. Sonraki yıllarda da yüzü aşkın İmam Hatip Okulu’nu kazandırarak milli ve manevi değere sahip binlerce gencin yetişmesine vesile olmuştur. 1950 seçimlerinde iktidara gelen Demokrat Parti Hükümeti, İmam Hatip Okulları’nın öğretmenlerini tayin etse de okulların ihtiyaçlarını, öğrencilerin barınma ve yemek ihtiyaçlarını karşılamamıştır. Halk bu görevi İlim Yayma Cemiyeti vasıtasıyla yürütmüştür. İşte tam bu dönemde Doktor İsmail Niyazi Kurtulmuş ismi ön plana çıkmaktadır.
Numan Kurtulmuş’un Kurban Derisi Anısı
İsmail Niyazi Bey, Cemiyet denince akla gelen ilk isimlerden biri olduğu gibi “İsmail Niyazi Kurtulmuş demek İlim Yayma demektir.” deyişiyle de adeta bütünleşmiştir. Beyefendi kişiliğiyle hastalarından para istemeye çekinse de İlim Yayma söz konusu olunca para istemekten hiç çekinmemiştir. Sirkeci’de elinde makbuzla hayırseverleri gezmiş, hayır işlerini hayatının merkezine koymuştur. Oturduğu apartman adeta deri toplama merkezi olmuş, kurban derisi toplayabilmek için kar kış demeden uzun mesafeler kat etmiş, toplanan deriler İlim Yayma Cemiyeti’nin, İmam Hatip Okulu ile öğrencilerin ihtiyaçları için kullanılmıştır. Deri toplama süreçlerinde Sabri Ülker (ö. 2012) de kamyon desteğinde bulunmuştur. Oğlu Prof. Dr. Numan Kurtulmuş babasıyla yaşadığı deri hikâyesini şöyle anlatır: “Çocuktum, derilerin bulunduğu yere gittiğimde dağılmışlardı. Deriyi ayağımla düzeltmeye çalışırken babam camdan görmüş, beni izliyormuş. Bana ‘Bu deri hayır için bağışlandı, bu şekilde davranamazsın.’ diye kızmıştı.
Kime Yardım Ettiğini Ailesine Bile Söylemedi
70’li yıllarda bir toplantıda FETÖ’nün İlim Yayma Cemiyeti’ni ele geçirme durumunu fark ederek can siperane bir şekilde mücadele veren isimler arasındadır İsmail Niyazi Bey. Yine o yıllarda İlim Yayma Cemiyeti birçok sıkıntılar yaşamış, kapatılma, mal varlıklarına el konulma gibi tehlikelerle karşı karşıya kalmıştır. Bu yüzden bir vakfın kurulmasının daha güvenli olacağı düşüncesiyle İlim Yayma Cemiyeti’nin Umumi Heyeti tarafından İlim Yayma Vakfı’nın kurulması kabul edilmiş ve 12 Nisan 1972 tarih ve 7 sayılı kararla Vakıf Senedi’nin hazırlanması kararlaştırılmıştır. İsmail Niyazi Bey, hayatı boyunca hiçbir zaman “-miş gibi” davranmamış, her daim sahici birisi olmuş, elinde avucunda ne varsa infak etmeye çalışmıştır. Kitap okumayı hiç ihmal etmemiş, birçok insanın Kur’an-ı Kerim öğrenmesine de vesile olmuştur. Ailesine hangi öğrenciye ne burs verdiğini asla söylememiş, “İsmail Niyazi Bey bana yardım etmeseydi, ben okuyamazdım.” diyen öğrencilerle ancak bu bilgiler öğrenilebilmiştir.
PROF. DR. NEVZAT YALÇINTAŞ (1933-2016)
Muhammed Ali Clay Nevzat Yalçıntaş’ı Görünce Ağladı
“Bana Sarılan İlk Beyaz Sizsiniz”
Oğlu Murat Yalçıntaş anlatıyor…
“Sanırım onun en temel kişilik özelliklerinden biri olan uzlaşmacı yanı ve kimseyi incitmeme prensibi ona bu aile ortamından kalan bir miras olmuş. O yılların fakir ama heyecanlı Ankara Hacı Bayram’ında dokuz kardeş, bir anne ve bir baba ile beraber aynı evde büyümek kendisine beraber yaşamak kültürünü ve farklılıkların aslında zenginlik olduğunu çok küçük yaşta öğretmiş. Bu çerçevede kendisinin en merak uyandıran anılarından biri Londra’da Muhammed Ali Clay ile karşılaşmasıdır. 1963 Haziran’ında daha yeni Müslüman olmuş olan Muhammed Ali İngiliz boksör Henry Cooper ile unvan maçı yapmak için Londra’ya gelir. O sırada Dr. Yalçıntaş Londra’da, London School of Economics’de Doçentlik çalışmaları yapmaktadır. Müslümanların kültürel faaliyetler yaptığı Londra Kültür Merkezi de Muhammed Ali’yi ağırlamaktadır ve kendisiyle ilgilenmesi için babamı davet ederler. Nevzat Hoca, Muhammed Ali’nin kaldığı otele gider ve lobide karşılaşırlar, kucaklaşırlar. Birdenbire Muhammed Ali’nin gözlerinden pıtır pıtır yaşlar dökülmeye başlar. Babam şaşırır ve “Sizi üzecek bir şey mi yaptım?” diye kendisine sorar. “Hayır, bunlar mutluluk gözyaşları.” diye cevap verir Muhammed Ali ve unutulmayacak şu sözleri söyler , “Şu yaşımdayım, bana sarılan ilk beyaz adam sizsiniz!” Daha sonra babam, Muhammed Ali ve yanındaki arkadaşları hep beraber odaya çıkarlar. Muhammed Ali daha yeni Müslüman olduğunu fakat Müslümanlığını açıkça ilan etmediğini, ettiği takdirde kendisini hiçbir unvan maçına çıkarmayacaklarını söyler. Babam da onlara namaz dualarını anlatır, yatak çarşaflarını yere sererler ve tatbiki olarak iki rekât namaz kılarlar.”
İBRAHİM BODUR (1928-2016)
Sanayici İbrahim Bodur’un kitapta yer alan sözleri…
“1950’lerin sanayici kuşağı olarak biz şuna inanıyoruz: Makine ve teçhizat çalışanların ayağına götürülmelidir. Ülkemizin bünyesine uygun kalkınma modeli budur. Biz inanıyoruz ki tarımdan sanayiye geçecek olan işçinin örf ve adetlerinden kopmaması ancak makine ve teçhizatın iş gücünün yakınına götürülmesiyle mümkündür. bu sağlandığı taktirde sosyal çalkantılar nispeten önlenecek, hem de her fırsatta edebiyatı yapılan ‘Anadolu’nun sanayileşmesi’ olayı gerçekleşmiş olacaktır.”
İbrahim Bodur’un Çok Yönlü Kişiliği
Damadı Osman Okyay Anlatıyor…
“Sizi siz yapan öz değerlerinize sahip çıkın. Çünkü onlar bir ağacın kökleri gibi sizi ayakta tutacaktır.” diyen İbrahim Bodur’un “iş adamlığı” en son özellikleri arasındadır. O sanatçı, yönetici, sosyal bir insan ve iş adamıydı. Farklı alanlarda fikir ve ürün üretmiştir. Öncelikle şair bir kişiliği olduğu bilinmektedir. Yazmış olduğu şiirler Amir Ateş tarafından bestelenmiştir. İbrahim Bodur şöyle diyordu: “Sanayici olmak, bir nevi sanatçı olmaktır benim için. İkisinin de özü yaratıcılıktır. Olmayan bir şeyi meydana getiriyorsunuz. Bir doğum heyecanı yapıyorsunuz.”
Sanatçı kişiliğine ek olarak son derece sosyal bir insandır. Geniş aileyi, kalabalığı önemser; sürekli insanlarla birlikte olmak isteyen bir portre çizmektedir. İnsan olmayınca huzursuz olan, tatilde bile kafasını dinleyen biri değildir. Sosyal karakteri seçtiği şarkı formlarına bile yansımıştır. Beraber söylenen şarkılara, bilhassa ilahilere iştirak etmekten memnuniyet duyardı. Onun hiçbir meşgalesi solo olmamıştır. Onun sloganı “tek başına değil, hep beraber” idi. Bu anlayışlar doğrultusunda İlim Yayma Vakfı gibi vakıflara desteklerde bulunmuştur.
İbrahim Bodur, ahlaki değerlere ve ilkelere sahip birisiydi. Osman Okyay’ın yapmış olduğu tarifle “Değerlerinden taviz vermeden ne yapabilmişse yapabilmiş birisidir. Onun ayırt edici vasfı bu olmuştur. Daima maddi başarının kolay yollarına değil zoruna talip olmuştur.”
İş yaşamında çalışmayı, helal yoldan kazanmayı önemseyen bir kişiydi. Çalışkan, azimli ve yumuşak bir insandı. İş dünyasında maddiyet hırsının arttığı dönemlerde kırılan dökülen ilk şey insanlar olmasına rağmen İbrahim Bodur çevresine babacan bir tavırla davranırdı. İnsan ilişkilerine çok dikkat eden, “İçinde iyi olan inançlı biriydi. Büyük bir vefa timsaliydi. Yolunun kesiştiği, tanıdığı insanlara ne gerekiyorsa yardımı esirgemezdi.” Hatta tanımadığı kişilere de yardımlarını esirgemezdi. Özellikle de memleketin, milletin menfaatleri söz konusu olduğunda hiç düşünmeden bağışlarda bulunurdu. Bu özelliğini Osman Okyay kendisiyle görüşmemizde çarpıcı bir misalle örneklendirmiştir.
Emekli Albay’ın Teşekkürü
“İlim Yayma Vakfı’nın 40. Yıl Programı’na katılmak için geldiğimizde İbrahim Bey’in yanına bir beyefendi gelerek elini öpmek istedi. ‘Ben emekli albayım.’ diyerek kendisini tanıtmıştı. ‘Çorlu’da görev yaparken erlerin yatakhanesi için size seramik talebinde bulunduğum bir mektup göndermiştim. Biz bir palet seramik rica etmiştik, siz bir kamyon gönderdiniz. Biz de sadece yatakhaneyi değil, her yeri seramikle kaplamıştık. Bunun için çok dua aldınız. Ben de teşekkür etmek için bu anı bekliyordum.’ dedi
Osman Okyay, İbrahim Bodur’un bıraktığı miras hakkında söylediği şu sözler onun hayat anlayışını ve değer dünyasını iyi bir şekilde özetlemektedir: “Size bir tane mirasım var; itibarım, ona iyi bakın.”16 İtibar yani muteber insan olmak İbrahim Bodur’un dünya görüşünün özünü oluşturmuştur. Ona göre toplumda huzurun ve refahın geliştirilmesi için gerekli olan tek sermaye itibardır. Güvenin geliştiği ortamlarda ekonomik ve kültürel kalkınma da gelişim göstermektedir. Merhum’un kızı Hatice Zeynep Bodur Okyay halen İlim Yayma Vakfı’nın “Mevcut Kurucular”ı arasında yer almakta ve babasının mirasına sahip çıkmaya devam etmektedir.
AHMET FİKRET EVYAP (1932-2022)
Babadan Miras Altın Kuralları
“Bir Kalıp Sabun Müşteriyle Yapılan Bir Akittir”
Mehmet Rıfat Evyap’ın babası Abdulvahap Efendi sabun imalatına başladıkları ilk zamanlarda oğluna şöyle bir nasihatte bulunmuştur: “Her kalıp sabun bir akittir. 20 bin kalıp sabunun var ise 20 bin kişiyle akit imzalıyorsun demektir. Bu sabunu alan kişiye kalite ve temizlik sunarak hayal kırıklığı yaratmadan umduğunu aynen vermen gerekir. Sizin sabununuz her şeyin en iyisinin tahsis edildiği insana hitap edecek. Sen de ona sabun yapıyorsan güzel yapmalısın.” Babasının nasihatleri doğrultusunda mesleğine yön veren Mehmet Rıfat Evyap, babasından öğrendiklerini oğullarına aktarmıştır. Babasından öğrendiği “Yapacağının en iyisini yap!” düsturunu oğullarına aşılamış; çalışkan, idealist ve meraklı bir iş insanıydı. Mehmet Fethi Evyap ve Ahmet Fikret Evyap babalarının kendilerinde oluşturduğu “kanaat çizgisi”ni benimsemişler ve bu doğrultuda meslek hayatlarında da babalarının itimat ettiği “altın kurallar”a âdeta bir miras gibi sahip çıkmışlardır. Baba Mehmet Rıfat Evyap, aynı zamanda icra ettiği işinin de ustasıdır. Dolayısıyla ustanın çırağı olan Ahmet Fikret Evyap’ın benimsediği meslekî “altın kurallar” şöyledir:
“Üstün kaliteli ürünler üretmemizin karşılığında aldığımız en değerli ödül, tüketicilerimizin markalarımıza duyduğu güven ve sadakattir.” Ahmet Fikret Evyap, hayatı boyunca ilme ve eğitime önem vermiştir. Türkiye’nin çeşitli yerlerine okullar açması verdiği bu önemi somutlar nitelikte bir girişimdir. Ahmet Fikret Evyap ve ailesi ülkeye ve millete hizmet etmeyi kendine bir borç bilmiş, bu yolda sayısız inşalar ve yardımlar ortaya koymaktan hiçbir surette geri durmamışlardır. Evyap Ailesi daima ülkenin ve milletin refahı için elini taşın altına koymayı tercih eden fedakâr bir aile olmuşlardır.
KEMAL UNAKITAN ( 1946-2009) ESKİ MALİYE BAKANI
Kemal Unakıtan Mustafa Bey ve Hidayet Hanım’ın çocuğu olarak 14 Şubat 1946 tarihinde Edirne’nin Süloğlu ilçesine bağlı Domurcalı köyünde dünyaya geldi. Kırım’dan Edirne’ye göçen ailesi Unakıtan soyadını değirmencilik yapmasından dolayı almıştır. Babasının bakkal dükkânında çalışarak hayatının erken yaşlarında esnaflığı öğrenen Kemal Unakıtan, ilk, orta ve lise öğrenimini Edirne’de tamamladı. Daha o yıllarda derslerindeki başarısı, kendisinden üst sınıfların bile çözemediği matematik sorularını çözebilmesi gibi özellikleriyle hocalarının dikkatini çekti.
Faizsiz Bankacılık Girişimi
Kemal Unakıtan, Korkut Özal (ö. 2016), Sabahattin Zaim (ö. 2007) gibi isimlerin içinde olduğu İslami aydınlardan oluşan çevre 70’li yıllardan itibaren “faizsiz bankacılık”, “İslami finans” konulu toplantılar düzenlemekte, fikir alışverişlerinde bulunmaktaydı. Bu çabaları Türkiye’deki faizsiz bankacılık alanındaki finansal kuruluşların ilki ve 1984 yılında resmen kurulacak olan Albaraka Türk Katılım Bankası’na da zemin hazırladı. 1983 yılına gelindiğinde faizsiz finans alanında Türkiye’ye yatırım yapmak isteyen Dallah Grup ile Topbaş Grubu’nu bir araya getirdi. Ancak Türkiye’deki hukuki mevzuat henüz böyle bir finans kurumunun kurulmasına imkân vermiyordu. Mevzuat değişikliği için dönemin Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Turgut Özal’la görüşerek durumu anlattı. Özal’ın da işi sahiplenmesiyle çalışmalar hızlandı. Kemal Unakıtan’ın da içinde olduğu heyetin Merkez Bankası’yla yaptığı uzun müzakerelerden sonra gerekli tebliğler ve kanun hükmünde olan Özel Finans Kurumları Kararnamesi çıktı. Böylelikle Albaraka Türk Katılım Bankası kurulmuş oldu. Unakıtan, kurumda daha sonra Yönetim Kurulu Üyeliği de yaptı
Recep Tayyip Erdoğan Unakıtan’ı İBB İçin İkna Etti
1994 yılında Recep Tayyip Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na seçilmesinin ardından kendisine büyükşehir belediyesinin genel sekreterliğini teklif etti. Ancak Unakıtan, çocuklarının küçük olduğu ve işlerini bırakacağı kimse olmamasından ötürü bu teklifi kabul etmedi. Erdoğan’ın, “Bari haftada bir koordinasyon toplantılarımıza katıl” ricasını kıramayarak bu toplantılara katılmaya başladı. Zaman içerisinde haftada bir koordinasyon toplantısıyla sınırlı kalmayan belediye mesaisi artarak devam etti ve Erdoğan’ın “Kemal Abi”si bu süreçte en büyük yardımcılarından biri oldu.
“İşimizi Kitabına Uygun Yaparsak Kimse Bize Bir Şey Yapamaz”
90’lı yıllarda giderek etkisini artıran ve 28 Şubat 1997 tarihiyle sembolleşen süreç boyunca pek çok İslami kurum ve kuruluş baskı altına alınmış, irticayla mücadele adı altında toplumun bir kesiminin hayat tarzına müdahaleler yoğunlaşmıştı. Süreç boyunca Refah Partisi kapatılmış, partinin genel başkanı ve pek çok milletvekili siyasi yasaklı hale getirilmiş, kamu kurumlarında ve üniversitelerde başörtüsü yasaklanmış, sekiz yıllık kesintisiz eğitime geçilmiş, pek çok kişi görüşlerinden ve hayat tarzından dolayı kamudan ihraç edilmişti. Bunlarla da kalınmamış İslami dernek ve sivil toplum kuruluşlarına da yoğun bir baskı uygulanmaya başlanmıştı. İşte böyle bir dönemde Kemal Unakıtan, 70’li yılların ortasında tanıştığı ve maddi manevi hizmetlerde bulunduğu İlim Yayma Vakfı’nda Mütevelli Heyeti Başkanlığı görevini üstlendi. Tedirginliklerin ve korku ikliminin bulunduğu bir dönemde “Biz işimizi kitabına uygun yaparsak kimse bize bir şey yapamaz” diyerek Vakfa özgüven kazandırdı.
GENEL
7 gün önceGENEL
9 gün önceSİVİL TOPLUM KURULUŞU
9 gün önceEKONOMİ
13 Aralık 2024FUAR-ETKİNLİK-TURİZM
13 Aralık 2024RÖPORTAJ
13 Aralık 2024RÖPORTAJ
13 Aralık 2024