
15 Aralık 2025 Pazartesi

“İstanbul’un kalbi Fatih’te, sadece ticaretin değil, köklü bir esnaflık kültürünün ve toplumsal dayanışmanın izini sürüyoruz. Bu hafta LONCA Medya olarak konuğumuz, ticaretin ahlaki ve sosyal boyutunu yaşam felsefesi haline getirmiş bir isim; Tuğrul Kuyumculuk Yönetim Kurulu Başkanı, İstanbul Kuyumcular Odası Yönetim Kurulu Üyesi ve FAGİDER Başkan Vekili Sayın Tuğrul Dirier. Fatih’in sokaklarından yardım tırlarına, 15 Temmuz demokrasi nöbetlerinden Gelinlik Festivali’ne kadar uzanan bu geniş perspektifte; esnaflığın sadece bir ‘kazanç kapısı’ değil, bir ‘şehir sorumluluğu’ olduğunu Kuyumculuk sektöründeki başarısını, sivil toplumdaki fedakârlıkları ve “Fatih esnafı” olmanın getirdiği o ağır sorumlulukla harmanlayan Dirier ile ilham verici bir yolculuğa çıkıyoruz.
* Sayın Dirier, sizi ve bu köklü geçmişi tanıyarak başlayalım. Tuğrul Dirier kimdir ve Tuğrul Kuyumculuk’un Fatih serüveni nasıl şekillendi?
Ben Tuğrul Dirier. İstanbul’un kalbi Fatih’te uzun yıllardır kuyumculuk mesleğini icra ediyorum. Bugün Tuğrul Kuyumculuk markasıyla; Fatih Camii’nin manevi atmosferinde, Fevzipaşa Caddesi üzerinde üç ayrı mağazamızla hizmet vermekteyiz. Sektörel sorumluluğum gereği aynı zamanda İstanbul Kuyumcular Odası Yönetim Kurulu Üyeliği görevini yürütüyorum. Ancak benim için Fatih’te bulunmak sadece ticari bir faaliyet değildir; bu semtin sosyal, kültürel ve insani dokusuna katkı sunmak, omuzlarımızda taşıdığımız bir onur borcudur.
* Sizin sıklıkla vurguladığınız bir kavram var. “Fatih’te esnaf olmak” sizin için tam olarak ne ifade ediyor?
Fatih’te esnaf olmak, sabah kepenk açıp akşam kapatmaktan çok daha derin bir anlam taşır. Burada esnaf; mahallenin güvenidir, zor zamanlarda ilk kapısı çalınandır, dert ortağıdır ve gerektiğinde toplumdaki pürüzleri gideren bir arabulucudur. Biz Tuğrul Kuyumculuk olarak, markamızı büyütürken bu kadim “ahilik” ve sorumluluk bilincini her zaman en ön planda tuttuk.
* Sivil toplum ve mesleki kuruluşlardaki çalışmalarınızın hacmi oldukça geniş. Bu sorumluluk ağından bahseder misiniz?
Şehre hizmetin farklı mecraları olduğuna inanıyorum. Bu doğrultuda AK Parti Fatih İlçe Yönetim Kurulu Üyeliği, Fatih Kızılay Başkan Yardımcılığı ve Fatih Yeşilay İlçe Başkanlığı gibi kritik görevlerde bulundum. Şu an aktif olarak FAGİDER (Fatih Girişimci İş Adamları Derneği) Başkan Vekilliği görevimi sürdürmekteyim. Ayrıca Tarihi Yarımada Girişimci İş Adamları Derneği’nde Genel Sekreterlik, Adil Efendi Vakfı ve Uluslararası İnsani Yardımlaşma Vakfı yönetim kurullarında da görev alıyorum. Tüm bu unvanlar benim için birer makam değil, Fatih’e ve insanımıza olan sevdamızın birer hizmet aracıdır.
* Sosyal destek ve yardım faaliyetlerinizde oldukça sistemli bir çalışma yürüttüğünüzü biliyoruz. Neler yapıldı bu süreçte?
Yardımlaşma bizim kültürümüzün özüdür. Fatih’te her yıl yaklaşık bin ihtiyaç sahibi aileye düzenli erzak desteği sağladık. Kızılay bünyesinde her yıl 500 gencimizin eğitimine bursla katkı sunduk. Sadece yerelde değil, küresel mağduriyetlerde de sahadaydık. Suriye savaşının ilk yıllarında semtimize sığınan mülteciler için yardım merkezleri kurduk. Özellikle Bayır-Bucak Türkmenleri ağır saldırı altındayken, Fatih Camii önünden 5 tır dolusu kışlık malzeme ve mutfak ekipmanını bizzat sevk ettik.
* Türkiye’nin en zorlu sınavlarından biri olan 15 Temmuz sürecinde, Fatih esnafı olarak nasıl bir duruş sergilediniz?
O gece ve sonrasındaki “Demokrasi Nöbetleri”nde Vatan Caddesi’nde adeta bir gönül köprüsü kurduk. Kurduğumuz iki büyük çadırda, 27 gün boyunca kesintisiz bir şekilde 470 bin kişiye erzak ve ikram dağıtımı gerçekleştirdik. Yeşilay İlçe Başkanı ve Kızılay Başkan Yardımcısı kimliğimle sahadaydım; ancak o an mesele görev değil, milletin yanında dimdik durabilmekti.
* Fatih’in o meşhur Ramazan ruhunu yaşatmak adına neler yapıyorsunuz?
Ramazan, Fatih’te bir başka yaşanır. Binlerce hemşehrimizin bir araya geldiği, esnafın mahalleliyle, sivil toplumun devlet büyükleriyle aynı kaba kaşık salladığı iftar ve sahur sofraları kurduk. Bu sofralar, sadece bir yemek organizasyonu değil; birliğimizi, beraberliğimizi ve kaynaşma kültürümüzü çelikleştiren manevi buluşmalardır.
* Esnaflar arasındaki rekabeti “kardeşliğe” dönüştürme vizyonunuzdan ve sosyal faaliyetlerinizden de bahsedebilir misiniz?
Esnafın sadece ticaret yaparken değil, hayatın her alanında omuz omuza olması gerektiğine inanıyorum. Bu bağı güçlendirmek için kayak tatilleri, yat gezileri gibi sosyal organizasyonlar düzenledik. En önemlisi, esnaflar arasındaki küslükleri gidererek rakip algısını “kardeş” algısına dönüştürdük. Çünkü biz birlikte güçlüyüz.
* Toplumsal acılara karşı gösterdiğiniz refleks de oldukça dikkat çekici. Terör olayları sonrası sergilediğiniz duruşu anlatır mısınız?
Acıda tek yürek olamayan, sevinçte birleşemez. Taksim, Beşiktaş, Dolmabahçe ve Vezneciler’de yaşanan hain terör saldırıları sonrası Fatih esnafı olarak hemen bu bölgelere gittik. Ziyaretlerimizle ve bıraktığımız çelenklerle, teröre karşı birliğimizi ve dayanışma irademizi en gür sesle haykırdık.
* Kamu kurumlarıyla olan diyaloglarınız esnafa nasıl yansıyor?
Belediyemiz, kaymakamlığımız ve emniyet birimlerimizle sürekli bir koordinasyon içindeyiz. Cadde düzenlemelerinden güvenlik sorunlarına kadar her konuda esnaf ile kamu arasında dengeleyici, birleştirici bir “balans noktası” görevi görüyoruz. Sorunları krizleşmeden, diyalogla çözüme kavuşturuyoruz.
* Bir de Fatih’e damga vuran FAGİDER Gelinlik Festivali var. Bu vizyon projenin hikâyesi nedir?
FAGİDER’i kurduğumuzda temel gayemiz Fatih’in ticari gücünü kültürel zenginliğiyle taçlandırmaktı. Gelinlik Festivali bu hayalin ürünüdür. Edirnekapı’dan başlayan, içinde klasik otomobillerin, geleneksel kıyafetlerin ve atlı gelinlerin olduğu muazzam bir kortej hazırladık. Fevzipaşa Caddesi o gün gerçek bir kültür sahnesine dönüştü.
* Bu festivalin bölgeye ve sektöre katkısı ne oldu?
Festival sayesinde Fevzipaşa Caddesi sadece bir alışveriş mekânı olarak değil, bir kültürel hafıza noktası olarak anılmaya başlandı. Organizasyonumuz 12 ana haber bülteninde yer alarak Fatih’in pozitif ve kültürel imajını ulusal ölçekte zirveye taşıdı.
* Tüm bu yoğun çalışmaların, projelerin ve mesainin tek bir cümleyle özeti nedir?
Tek bir cümlem var: “Eğer Fatih’te yaşıyorsak, Fatih’e karşı ödenmesi gereken bir sorumluluğumuz vardır.” Esnaf yalnız kalırsa zayıflar ve ayrışır; bir araya gelirse aşamayacağı engel yoktur.
* Son olarak, Tuğrul Kuyumculuk sizin için neyi temsil ediyor?
Tuğrul Kuyumculuk benim için sadece bir ticari marka değil; Fatih’te esnaflıkla, dayanışmayla ve şehir kültürüyle harmanlanmış ömürlük bir yolculuğun adıdır. Kariyerim boyunca tek bir ilkeyle hareket ettim: Dükkân açmak kolaydır, ancak “Fatih’te Esnaf” kalabilmek zordur.
Fatih’in sadece taşını toprağını değil, insanını ve esnaflık ahlakını da baş tacı eden Sayın Tuğrul Dirier ile gerçekleştirdiğimiz bu söyleşinin, tüm iş dünyasına “önce insan, sonra ticaret” ilkesini hatırlatmasını umuyoruz. LONCA Medya olarak, değer üreten isimleri sizlerle buluşturmaya devam edeceğiz.
Sayın Dirier, gerek yoğun sivil toplum çalışmalarınız gerekse esnaflık kültürüne dair sunduğunuz bu vizyoner perspektif için çok teşekkür ederiz. LONCA Business Network olarak sizi ağırlamak, tecrübelerinizden faydalanmak bizim için büyük bir keyifti.
Ben de bu nazik davetiniz ve keyifli sohbet için LONCA ekibine gönülden teşekkür ederim. İş dünyasını böylesine nitelikli bir platformda bir araya getirmeniz çok kıymetli. Tüm izleyicilerinize ve okurlarınıza Fatih’ten selamlarımı sunuyorum.

Prof. Dr. Nevzat Tarhan: “Mevlâna bir devrimciydi, zihinsel dönüşüm yaptı!”
Üsküdar Üniversitesi Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü ve Kerim Vakfı iş birliğiyle düzenlenen Hz. Mevlâna’nın 752. Vuslat Yıldönümü Şeb-i Arûs Haftası kapsamındaki “Dostluk” temalı söyleşi, Nermin Tarhan Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi.
Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü ve Yönetim Üst Kurulu Başkanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Mevlâna’nın mesajlarının hala güçlü şekilde günümüze seslendiğini belirterek, “752 yıl sonra halen sanki manevi tasarrufu devam ediyor, bugünümüze mesajlar vermeye devam ediyor” dedi.
Prof. Dr. Tarhan, “Mevlânâ, bir devrimciydi zihinsel dönüşüm yaptı.” diye konuştu.
Rektör Danışmanı Cemalnur Sargut, dostluğun temelinde ilahi bir bağın yattığını belirterek, “Dost Allah’tır ya da Allah için bir araya gelenlerdir… Dost güven demektir, sadakat demektir. Allah’tan başka hiç kimseye güvenilmez. Ama Allah için bir arada olanlar Allah’a ve arkadaşına güvenirler.” dedi.
Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Emine Yeniterzi, “Dostluk gönülde ve amaçta birlikle olur. Hz. Mevlâna dost kazanmak için önce bizim dostluk göstermemizi; sevgi, saygı, sadakat, samimiyet, tevazu, cömertlik gibi hasletleri kazanmamızı tavsiye eder” diye konuştu.
Üsküdar Üniversitesi Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü ve Kerim Vakfı iş birliğiyle düzenlenen Hz. Mevlâna’nın 752. Vuslat Yıldönümü Şeb-i Arûs Haftası kapsamındaki “Dostluk” temalı söyleşi, Nermin Tarhan Konferans Salonu’nda gerçekleştirildi. Programa akademisyenler, öğrenciler ve Mevlâna dostları yoğun ilgi gösterdi.
Etkinliğin açılış konuşmasını yapan Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü ve Yönetim Üst Kurulu Başkanı Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Mevlâna’nın mesajlarının hala güçlü şekilde günümüze seslendiğini belirterek, “752 yıl sonra halen sanki manevi tasarrufu devam ediyor, bugünümüze mesajlar vermeye devam ediyor” dedi.
“Mevlâna’yı bu zamana getirip bugünün problemlerini çözebilir miyiz?”
Günümüz dünyasının krizlerini Mevlâna’nın değerleriyle anlamanın önemine dikkat çeken Prof. Dr. Tarhan, “Biz Hz. Mevlâna’yı ele alırken; alıp Hz. Mevlâna’nın zamanına gidip o günün şartlarında bugünün problemini çözmek değil de Hz. Mevlâna’yı bu zamana getirip bugünün şartlarındaki bugünün problemlerini Hz. Mevlâna’nın ölçüleriyle, değerleriyle, esaslarıyla çözebilir miyiz diye düşünmeye çalışıyoruz daha çok. Bu nedenle Hz. Mevlâna bu çağda ciddi mesajlar veriyor. Mevlâna bir devrimciydi, zihinsel dönüşüm yaptı.” diye konuştu.
ABD’de gençler arasında artan yağma ve şiddet olaylarına atıfta bulunarak, bu davranışların arkasındaki toplumsal gerilimi ifade eden Prof. Tarhan, “ABD’de gençler, bisikletli gençler çete kuruyorlar, bir markete giriyorlar, soyuyorlar. Neden gençlerde böyle bir şey oluyor? Dünyada 62 aile bütün dünya kaynaklarının yüzde 50’sine hükmediyor. Müthiş bir gelir eşitsizliği var. Bu nedenle dünyada ciddi bir servet düşmanlığı başladı.” ifadesinde bulundu.
Hz. Mevlâna’nın öğretisini ‘mindfulness’ adı altında okullarda okutuyorlar
Bu tablo karşısında Batı’da çözüm arayışlarının hızlandığını söyleyen Prof. Dr. Tarhan, şöyle devam etti:
“ABD’de seçkin liselerde çocuklar ders ortasında Mindfulness’a götürülüyor; farkındalık, affedicilik, empati, şükran günlüğü… Bunların hepsini öğretiyorlar. Aslında Hz. Mevlâna’nın öğretisini ‘mindfulness’ adı altında okullarda okutuyorlar. Bunları okullarda, lisede öğretiyorlar. Biz Türkiye’de bunu başlatamadık ama… Bu aslında kendini tanımak ve kendine dönmek demektir. Modern küresel sistem ise sürekli olarak ‘Şunu al mutlu ol, bunu elde et mutlu ol, sahip ol mutlu ol’ mesajını veriyor. Oysa tasavvuf kültürü mutluluğu dış nedenlere değil, iç nedenlere bağlamayı öğretir. Bilirsiniz; uçurtmayı uçuran rüzgâr değil, rüzgâra karşı alınan pozisyondur. Olaylara karşı nasıl konumlandığımız belirleyicidir.”
Tasavvufun insana içten gelen güçle hareket etmeyi öğütlediğini söyleyen Prof. Dr. Tarhan, “Mevlâna, bu hakikati pek çok hikâye ile anlatır. Ayrıca Mevlâna’ya göre insanı harekete geçiren şey para, çıkar veya hırs değil, sevgi olmalıdır. Ünlü pergel metaforu ile bunu açıklar: Bir ayağın hakikatte sabit olsun, diğer ayağın alemde dolaşsın. Yani idealist ol ama aynı zamanda gerçeklerden kopma. Bu da Mevlâna’nın çağımıza verdiği önemli mesajlardan biridir. Mevlâna, acının nasıl dönüştürülebileceğini de öğretir. Modern sistem acıyla ‘savaşmayı’ önerir: hastalıkla savaş, kanserle savaş… Oysa acıya doğru anlamı katabilirsek, onu yönetebilir hale geliriz.” dedi.
Acıyı anlamlandırmak ve yönetmek gerekir
Konuşmasında acıyı anlamlandırma konusuna da değinen Prof. Tarhan, “Bir insan bir acı yaşadığında, bir musibetle ya da hastalıkla karşılaştığında, bu duruma doğru anlamı yükleyebilirse, o acı onun için yönetilebilir bir hale gelir. Aksi durumda ise acı, kontrol edemeyeceği bir güce dönüşür; kişi sürekli tetikte olur, uyanıklığı hiç düşmez, stres seviyesi yükselir ve bu da hastalığı daha da ağırlaştırır. Fakat kişi, kontrol edebileceği yüksek bir güce inanırsa; her şeyi bilen ve yöneten bir kudretin bu olayı bilinmeyen bir hikmetle karşısına çıkardığını düşünürse, ‘Ümitsiz ve karamsar olmamalıyım’ diyebiliyorsa, işte buna keşfedici umutsuzluk denir. İnsan bazen ağır bir hastalığa yakalanır, doktorlar zorlayıcı şeyler söyler. Böyle zamanlarda kişinin acıya anlam katması, acıyı yönetilebilir hale getirir ve onun yol açabileceği ruhsal sorunları en aza indirir. Hz. Mevlâna’nın da sürekli vurguladığı budur. Ayrıca Mevlâna, zihinsel esneklik dediğimiz ‘kognitif fleksibilite’yi öğretir. Olaylar karşısında esnek olmayı, değişimle mücadele etmek yerine değişimi yönetmeyi tavsiye eder. Çünkü değişime en çok direnen kişiler, düşünce katılığı yüksek olan, inatçı kimselerdir.” diye konuştu.
Hz. Mevlâna’nın öğretilerinde bağışlayıcılık önemli bir yer tutuyor
Hz. Mevlâna’nın öğretilerinde, modern pozitif psikolojideki affedicilik modülüne benzer biçimde bağışlayıcılığın önemli bir yer tuttuğunu anlatan Prof. Dr. Tarhan, “İnsanın affedebileceği şeyler olduğu gibi affedemeyeceği yükler de vardır. Affedemediği durumlarda kişi, bu yükü mantıklı bir çerçeveye oturtmalı; gücünün yetmediği noktalarda ise teslimiyete yönelip zamanı kendisine yardımcı kılmalıdır. Çünkü intikam almanın yollarından biri de başarılı olmaktır. İnsan başarıya ulaştığında, onu sevmeyenler üzülür; bu da bir tür ‘sessiz intikam’dır. Bu nedenle öç peşine düşmek yerine hedeflere yönelmek daha değerlidir.” ifadesinde bulundu.
Mevlâna ilahi aşkı merkeze aldı
Mevlâna’nın ilahi aşkı, insanın Allah’ı tanımasını ve O’na yönelmesini merkeze aldığını kaydeden Prof. Dr. Tarhan, “Ona göre insanın dünyadaki asıl amacı aşka yönelmektir. Ancak günümüzde aşk yolu bazen tehlikeli bir yoldur; kişi kontrolsüzce bu yola düşerse savrulabilir. Bu yüzden Mevlâna’ya göre aşk yoluna girmeden önce kişinin acz ve fakr halini fark etmesi gerekir. Yaratıcı karşısında kendi zaafını, yoksunluğunu ve zayıflığını bilmek; kalbini yalnızca O’na bağlayabilmek… Aşkın elbette dereceleri vardır. Mevlâna’nın aşkı bir zirveyi temsil eder. Bizim için ise Allah’ı anmak sadece ibadet anlarında değil, her nefeste, her halde mümkün olmalıdır.” şeklinde konuştu.
“İhlâs, meleklerin bile yazamadığı bir sırdır”
Mevlâna’nın aşk ve ihlâs anlayışına da vurgu yapan Prof. Dr. Tarhan, tasavvufun samimiyet ve gönül safiyeti üzerine kurulu olduğunu hatırlattı.
Prof. Dr. Tarhan, “Cüneyd-i Bağdadî, ‘İhlâs öyle bir sırdır ki şeytan bilemez ki bozsun, melek bilemez ki yazsın’ der. Mevlâna da kalbin pusulasını yalnızca Hakk’a çevirmeyi öğütler.” dedi.
Söyleşi “Dostluk” temasıyla devam etti
Açılış konuşmasının ardından program, Tasavvuf Araştırmaları Enstitüsü Anabilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Emine Yeniterzi ve Üsküdar Üniversitesi Rektör Danışmanı Cemalnur Sargut’un katılımıyla gerçekleştirilen “Dostluk” söyleşisiyle devam etti.
Söyleşinin başlangıcında Prof. Dr. Emine Yeniterzi, anlamlı bir yaşam sürmek için dostluğun vazgeçilmez bir ihtiyaç olduğunu dile getirerek, “Hayatı derin bir şekilde yaşamak, anlamlı hale getirmek için dosta ihtiyacımız var, dostlara ihtiyacımız var. Namazın, orucun bile kazası var ama dosttan uzakta geçirilen zamanların kazası olmuyor. Dostu bulunca sıkı sarılmak gerekiyor.” dedi.
Dostlar birbirini geliştiriyorlar, birbirini yüceltiyorlar
Mevlâna ve Şems-i Tebrîzî dostluğuna özel bir vurgu yapılan söyleşide Prof. Dr. Yeniterzi, “Hz. Mevlâna dört medresede birden ders veren bir akademisyendi aslında. Şems-i Tebrîzî ile tanıştıktan sonra gönül ilmini elde ediyor. Demek ki dostluk muazzam bir dönüşüm aynı zamanda. Yani dostlar birbirini geliştiriyorlar, birbirini yüceltiyorlar.” diye konuştu.
Pakistan’ın millî şairi Dr. Muhammed İkbâl’i örnek vererek dostluğun aynı zaman veya aynı coğrafyada yaşanmasa bile gerçekleştiğini belirten Prof. Dr. Emine Yeniterzi, “Sohbet, dostluğun bir aracıdır. Cenab-ı Hak ile sohbet etmek istersek Kur’ân-ı Kerîm okuruz, Hz. Peygamber ile sohbet için hadis kitaplarını, Mevlâna ile sohbet için de Mesnevî’yi okuyabiliriz” dedi. “Dosttan gelen her şeyi lütuf ya da kahır ayırt etmeksizin nimet kabul etmek, nimet yerine koymak gerekiyor” diyen Yeniterzi, “Dost kazanmak için önce bizim bir dost olmamız lazım. Gönüller fethederek, iyilikler yaparak, gerçek dostluklar göstererek Cenab-ı Hak’ın dostluğunu da kazanabiliriz. Ve o bu dünyada kazanılabilecek en büyük hayır.” ifadesinde bulundu.
Prof. Yeniterzi sözlerine şöyle devam etti: “Hakiki dostluk, insanın ilahî ahlâka bürünmesiyle yani Allah’ın “Rahmân ve Halîm” isimlerinin kulda tecelli etmesiyle ortaya çıkar. Dostluk; merhamet, cömertlik, vefa, affedicilik gibi Allah’ın sıfatlarının insanda yansımasıdır. Bu sebeple dostluk, bir bakıma ahlâkî ibadettir. İnsan dostunun gönlünü aldığında, aslında Hak’la ünsiyete yaklaşır. Kısaca dostluğun özü: sevgi ve ihlâstır, ayet ve hadislerde bildirilen ideal Müslümanın ahlâkî özellikleridir.”
“Dost Allah’tır”
Rektör Danışmanı Cemalnur Sargut, dostluğun temelinde ilahi bir bağın yattığını belirterek, “Dost Allah’tır ya da Allah için bir araya gelenlerdir… Dost güven demektir, sadakat demektir. Allah’tan başka hiç kimseye güvenilmez. Ama Allah için bir arada olanlar Allah’a ve arkadaşına güvenirler. Bu çok önemli bir şey. Çünkü o ona sadıktır. Dost çok büyük bir sevgi. Hiç başka bir şey beklememek, hiç kimseye yaranmak için hareket etmemek, sadece Allah için hareket etmek demektir.” dedi.
Cemalnur Sargut, Hz. Musa kıssası üzerinden gerçek dostluğun sadece Allah rızası için yapılan hizmetle mümkün olduğunu ifade ederek, dostluğun temelinde karşılıklı edep ve saygı olduğunu belirtti ve “Dost olmak, kardeş olmaktan çok üstün bir seviye” yorumunda bulundu.
Dosta küsülmez…
Dost olmayı bilmek gerektiğine de işaret eden Sargut, “Dost kusurlarını görmez. Dost hakkında kötü düşünmez. Dostuna karşı hep iyi temenniler içinde olur. Dostun geçmiş hata ve kusurlarını karıştırmaz. Dostunu hata ve günahlardan dolayı ayıplamaz. Dostunu hor görmez. Dostunun ayıbını kendi ayıbı olarak görür. Cennete dostuyla gitmek ister. Dostuna Allah’ın çizdiği sınırlara saygıyı hatırlatır. Dostuna manevi makamlarını gizlemesini söyler. Dostuna haksız yere düşmanlık edene dostça yaklaşmaz. Dostu geldiğinde ayağa kalkar. Dostuna asla yalan söylemez. Dostunu dua eder. Kin ve düşmanlık asla beslemez. Onu saygıyla dinler. İmtihan etmeye kalkmaz. Kötü bir şey yaptığında tövbe etmiş olacağını düşünür ve onu hiç anmaz. Dostuna küsmez. Dostunu cezalandırmaz. Güzel ahlak en büyük özelliktir.” diye anlattı.
Söyleşide, Mesnevî’den hikâyelerle dostluk bağlarının derinliği ve ilahi muamelelere sabır gösterilmesi gerektiğini anlatan Cemalnur Sargut, “Hz. Mevlâna bütün öğretileriyle bize bunu öğretti: Yalnız Allah. Başka hiçbir şey yok. Öfke yok, kin yok, nefret yok. Hz. Mevlâna bize çok büyük örnek. Mesnevî çok büyük örnek.” dedi.
Kalabalık yalnızlığa karşı manevi çözüm
Modern dünyanın getirdiği “kalabalık yalnızlık” kavramı üzerine de konuşan Cemalnur Sargut, maneviyattan uzaklaşmanın insanları yalnızlığa sürüklediğini savundu.
Cemalnur Sargut, “Yalnızlık bu sene herkesin bana sorduğu bir şey. Halbuki yalnızlık diye bir şey yok ki. Yalnızlık yok. Nasıl yalnız olabiliriz? Sahibimizle berabersek nasıl yalnız olabiliriz? Ama hiç tanışmamışlar ki. Sahipleriyle hiç tanışmamışlar. Allah var. Allah hep var.” diye konuştu.
Gençlere yönelik tavsiyelerde bulunan Sargut, ailelerin çocuklarına bırakabileceği en değerli çeyizin manevi hayat olduğunu sözlerine ekledi.

Türkiye’nin en köklü kurumlarından biri olan Posta ve Telgraf Teşkilatı Anonim Şirketi (PTT AŞ), 185. kuruluş yıl dönümü kapsamında anlamlı bir etkinliğe ev sahipliği yaptı. Ankara Ulus’ta bulunan PTT Pul Müzesi’nde, PTT AŞ ve Türkiye Filateli Dernekleri Federasyonu (TFDF) iş birliğiyle “PTT 185 Yaşında Pul Sergisi” ziyarete açıldı.

Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığına bağlı olarak faaliyetlerini sürdüren PTT AŞ’nin kuruluşunun 185. yılına özel olarak düzenlediği “PTT 185 Yaşında Pul Sergisi” 12-19 Aralık 2025 tarihleri arasında ziyaret edilebilecek.
Bu yıl 185. yaşını kutlayan PTT AŞ tarafından PTT Pul Müzesi’nde düzenlenen serginin açılış törenine, PTT AŞ Genel Müdürü Dr. Hakan Gülten ve TFDF Başkanı Ziya Ağaoğulları ile koleksiyonerler katıldı. PTT AŞ ve TFDF iş birliğiyle hayata geçirilen sergide, 1863 yılından bu yana tedavüle çıkarılan pullar ile farklı ülkelerin pulları bulunuyor. Sergide, Osmanlı Devleti’nden günümüze iletişim ağlarının gelişimini anlatan tarihî materyallerin yanı sıra millî ve uluslararası pul sergilerinde altın madalya kazanmış ve önemli filatelistlerin seçkin pul koleksiyonları da yer alıyor. PTT AŞ’nin, filateli kültürünün yaygınlaştırılması ve gelecek nesillere aktarılması yönünde ev sahipliği yaptığı sergiyi görmek isteyen vatandaşlar, 19 Aralık tarihine kadar PTT Pul Müzesi’ni ziyaret edebilecek.
PTT AŞ GENEL MÜDÜRÜ DR. HAKAN GÜLTEN, “185. KURULUŞ YIL DÖNÜMÜMÜZ KAPSAMINDA HAZIRLANAN BU ANLAMLI SERGİYİ, POSTA KÜLTÜRÜMÜZÜN BELLEĞİ OLARAK KABUL ETTİĞİMİZ PTT PUL MÜZEMİZDE GERÇEKLEŞTİRİYOR OLMANIN MUTLULUĞUNU YAŞIYORUZ.”
PTT AŞ Genel Müdürü Dr. Hakan Gülten, PTT’nin 185. kuruluş yıl dönümü kapsamında hazırlanan bu anlamlı sergiyi, posta kültürünün belleği olarak kabul ettikleri PTT Pul Müzesi’nde gerçekleştiriyor olmaktan duyduğu mutluluğu ifade etti. PTT’nin, Türkiye’deki pul kültürünün merkezinde yer aldığına dikkat çeken Gülten, 1863 yılında Osmanlı İmparatorluğu Dönemi’nde basılan ilk posta puluyla haberleşmede önemli bir standartlaşma sağlandığını, uluslararası posta ağlarına entegrasyonun yolunun açıldığını anımsattı.
Dr. Hakan Gülten, PTT ailesi olarak hem yurt içinde hem de uluslararası alanda milyonlarca insana ulaşan geniş hizmet yelpazesi içerisinde; tarihimize, kültürümüze ve değerlerimize sahip çıkmaya devam ettiklerini belirterek, filateli hizmetinin de bu noktada PTT’nin kurumsal hafızasını, millî kimliğini ve kültürel misyonunu en güçlü şekilde yansıtan alanların başında olduğunu söyledi. Bir pulun ardındaki zenginliği sabırla görünür kılan, kültürümüze ve tarihimize ait unsurları özenle geleceğe taşıyan filatelistlerin, bu alanın değerli öncülerinden olduğunu dile getiren Gülten, “PTT 185 Yaşında Pul Sergisi”nin hazırlanmasında emeği geçen herkese teşekkürlerini sundu.

İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Şekib Avdagiç, “Üretimde yeniden dengelenme için ekonomi politikalarında ‘destekleyici unsurlardan’ vazgeçilmemesi ve bazı tedbirlerin alınması gerekiyor. Bunun da en başında ‘KOBİ’ler ile ihracatçı KOBİ’ler için erişilebilir ve uygun maliyetli fonlama mekanizmalarının güçlendirilmesi’ geliyor” ifadelerini kullandı.
Avdagiç, Oda’nın 2025 yılı son aylık olağan Meclis Toplantısı’nda İstanbul iş dünyasının görüşlerini paylaştı.
YENİ DESTEK MEKANİZMALARI
Sürdürülebilir büyüme için orta ve uzun vadede uygulanacak ekonomi politikalarında yeni destek mekanizmalarına ihtiyaç olduğunu belirten Avdagiç, bu bağlamda önerilerini 5 başlık altında paylaştı:
Kredi Garanti Fonlarının, kamu-özel sektör ortaklığı ile rekabetçiliğe yönelik dönüşüm programlarını kapsayacak şekilde genişletilmesi önem arz ediyor.
Ayrıca modernizasyon, teknoloji ve enerji verimliliği yatırımları için sabit ve uzun vadeli kredi programları oluşturulması gerektiğini düşünüyoruz.
Yine kur riskine karşı uygun maliyetli hedge ürün ve sistemleri geliştirilebilir.
Kısa dönemli vergi/amortisman teşviklerinin devreye alınması ve özellikle yatırımları hızlandırıcı vergi indirimlerinin uygulamaya konulması üretimi artıracaktır.
Reel sektör ve ağırlıkla KOBİ’ler için finansal derinleşme ve banka dışı alternatif finansal kanalların devreye alınmasını önemli buluyoruz.
Avdagiç, tüm bunlar sağlandığında Türkiye’nin daha fazla ve daha katma değerli üretim gerçekleştireceğini, daha fazla ihracat yapacağını, daha fazla istihdam oluşturacağını dile getirdi.
KÜRESELLEŞME İÇİNDE PARÇALANMA
Konuşmasında küresel ekonomideki gelişmelere de değinen Avdagiç, şunları söyledi: “Büyük bir değişime tanıklık ediyoruz. Her bir ülke dünya ekonomisiyle entegrasyon bağlarını korurken, küresel ticaret düzeninde derin bir parçalanma yaşanıyor. McLuhan’ın ‘Dünya global bir köydür’ sözü artık tek başına doğru değil. Görünen o ki, dünya ne tamamen birleşik bir küresel köy olacak, ne de tamamen parçalanmış bir kaotik yapıya teslim olacak. Uzunca süre hibrit bir dönem, yani ‘küreselleşme içinde parçalanmanın egemen olacağı’ paradoksal bir döneme giriyoruz. Küresel ekonomi, 2020-2022 arasında etkili olan pandeminin ardından, hâlâ yeni denge arayışını sürdürüyor. 2025, dünya ekonomisinde ılımlı, ancak asimetrik bir büyüme yılı oldu. Jeopolitik risklerin belirgin şekilde öne çıktığı 2025 yılı boyunca artan korumacılık eğilimleri ve tedarik zinciri yeniden yapılanması, yatırım ve ticareti frenleyen unsurlar oldu. Ne yazık ki yükselen korumacılık, yatırım ve ticareti azaltarak büyümeyi sınırladı.”
TÜRKİYE NELERİ BAŞARDI?
Avdagiç, 2025’te Türkiye ekonomisine ise dezenflasyon politikasının damgasını vurduğunu hatırlatarak, “2025’te kademeli faiz indirimleri, finansman koşullarında ve dış dengede göreli iyileşme öne çıktı. Ancak jeopolitik ve iç politik gelişmeler, potansiyel iyileşmeyi sınırladı. Artan belirsizlikler, korumacılık önlemleri, ticaret savaşları ve jeopolitik riskler gibi küresel tarafa yön veren gelişmeler ve içeride yaşanan sıkıntılara rağmen temel makro büyüklükler olumlu seyretti. Bu da Türkiye ekonomisinin dirençli bir yapıya sahip olduğunu bir kez daha teyit etti” diye konuştu.
2025 yılı içinde ödemeler dengesi kırılganlıklarının güçlü şekilde bertaraf edildiğini, kur korumalı mevduatın yol açtığı dolarizasyon riskinin de tamamen ortadan kaldırıldığını söyleyen Avdagiç, “TCMB rezervleri, tarihi rekor seviyesine ulaştı. Bu da bir yandan kur oynaklığı ve kur kaynaklı enflasyonist baskılara karşı önemli bir tampon oluştururken, diğer yandan da finansal istikrarın tesisine önemli bir katkı verdi. Hızı yavaşlamasına karşın dezenflasyon sürecinde elde edilen başarılar, kalıcı fiyat istikrarı açısından çok önemli kazanımlar ortaya koydu” dedi.
“Türkiye ekonomisi 2025 yılının üçüncü çeyreği ile birlikte 21 çeyrektir kesintisiz büyüme trendini sürdürdü. Cari dengede artan turizm gelirlerinin de etkisiyle ılımlı bir seyir izlendi” diyen Avdagiç, sözlerini şöyle sürdürdü: “Ödemeler dengesinin finansman tarafında ise görece daha olumlu bir tablo izleniyor. Doğrudan yatırımlar 9 aylık dönemde 11.4 milyar dolara ulaşarak 10 yılın en yükseğine çıktı. İhracatın, yılsonu itibariyle 270 milyar doları aşacağını öngörüyoruz.”

YAPISAL REFORMLARI UMUTLA BEKLİYORUZ
Şekib Avdagiç, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in yapısal reformlar üzerine yaptığı son açıklamaları, dikkatle ve memnuniyetle izlediklerini belirterek, “Sayın Cumhurbaşkanımız, ‘Sanayiden teknolojiye, tarımdan enerjiye, ekonomimizin tüm alanlarında büyük bir dönüşüm başlatıyoruz’ sözleriyle 2026’yı ‘yapısal reformlar’ yılı ilan etti. Biz reel sektör olarak bu açıklamayı heyecanla karşıladık, umutla da gelecek yıl gerçekleşmesini bekliyoruz” ifadelerini kullandı.

BAŞKANLARIMIZ GÖNÜLLERİMİZDE
Avdagiç, 11 Aralık 2017’de vefat eden İTO’nun 19. Dönem Yönetim Kurulu Başkanı İbrahim Çağlar’ı da rahmetle andı. Avdagiç, “Pratikliği, Anadolu’ya özgü hasbiliği, sokağı da salonu da bilen karakteriyle İstanbul ticaret alemine hizmet etmek için çabaladı. İbrahim Bey’den iki yıl sonra yine eski başkanlarımızdan Atalay Şahinoğlu’nu, geçen yıl ise Mehmet Yıldırım’ı ahirete uğurladık. Hz. Mevlana’nın “Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız! Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir” dediği gibi merhum başkanlarımızın yeri de yaptıkları hizmetler sebebiyle sizlerin ve bizlerin gönüllerindedir” diye konuştu.
YENİ DÖNEMİN 3 TEMEL KARAKTERİSTİĞİ
Başkan Avdagiç, küresel ekonomide yeni dönemin temel karakteristiği olarak 3 büyük sürecin öngörüldüğünü belirterek, bu süreçleri şöyle açıkladı: “İlki, ‘seçici bağlanma’ olarak tanımlanıyor. Yani, tüketim malları pazarı küresel karakter taşırken, kritik teknolojiler bölgesel/ulusal patikada yükselecek. İkincisine, ‘çok katmanlı sistem’ deniyor. Burada DTÖ’nün küresel ticaret kuralları ve Paris İklim Anlaşması gibi uluslararası yükümlülük çerçevelerinin yanı sıra ABD, Çin ve AB gibi güçlerin yapay zeka, çip ve farklı gümrük angajmanları bir arada var olmaya devam ediyor. Üçüncüsü ise ‘dinamik gerilim.’ Bu kavram, ‘ne tamamen açık ne tamamen kapalı; ikisini aynı anda, akıllıca yönet’ ilkesini tanımlıyor.”
TÜRKİYE ÇOK KUTUPLU DÜNYANIN BÖLGESEL LİDERİ OLARAK SİVRİLECEK
2026 yılının, 2005’te çekilen sıkıntıların karşılığının alınacağı bir yıl olacağının beklentisi içinde olduklarını belirten Avdagiç, “Türkiye ekonomisi, güçlü yürüyüşünü hükümetin alacağı kararlı ve etkili tedbirlerle devam ettirecektir. Türkiye, bölgesinde yeni bir gerilim ve çatışma ortaya çıkmaması halinde çok kutuplu dünyanın bölgesel lideri olarak sivrilecektir” dedi.

Yönetim Kurulu Başkanımız Abdurrahman Aslantaş, Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) Ticaret ve Sanayi Odaları, Ticaret Odaları, Sanayi Odaları, Ticaret Borsaları ve Deniz Ticaret Odaları Müşterek Konsey Toplantısı’na katılarak Kocaeli iş dünyasının görüş, beklenti ve taleplerini en üst düzeyde temsil etti.

TOBB Başkanı M. Rifat Hisarcıklıoğlu’nun ev sahipliğinde; Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz, Bakan Yardımcıları, konsey üyeleri ve ülkemizin dört bir yanından gelen Oda-Borsa başkanlarının katılımlarıyla gerçekleştirilen toplantı, Türkiye ekonomisine yön verecek önemli değerlendirmelere sahne oldu.
Toplantıda söz alan Başkanımız Abdurrahman Aslantaş; sanayinin kalbi konumundaki Kocaeli’nin üretim gücünü, lojistik üstünlüğünü ve stratejik ekonomik potansiyelini vurgulayarak, üyelerimizin sahadan gelen somut sorunlarını ve çözüm önerilerini kapsamlı bir şekilde iletti.
Başkan Aslantaş, özellikle;
Yatırım ortamının iyileştirilmesi,
Finansmana erişimin kolaylaştırılması,
Yenilenebilir enerji çağrı mektuplarının olumlu sonuçlanması için TEİAŞ’ın kapasite arttırımı,
Gebze’ye ikinci araç muayene istasyonunun kazandırılması,
Uluslararası rekabet gücünü artıracak yapısal adımların atılması,
gibi kritik başlıklarda Odamızın görüşlerini güçlü bir şekilde dile getirdi.
Başkan Aslantaş, “Gebze Ticaret Odası olarak, bölgemizin stratejik değerini her platformda dile getiriyor; üyelerimizin taleplerini en doğru şekilde karar vericilere aktarmayı görevimizin bir parçası değil, temel sorumluluğumuz olarak görüyoruz” ifadeleriyle Odamızın milli ekonomi içindeki etkin ve belirleyici konumunu bir kez daha ortaya koydu.
Gebze Ticaret Odası olarak, üyelerimizin sesi olmayı ve üretim ile ticareti güçlendiren politikaların hayata geçirilmesi için yürüttüğümüz çalışmaları, her geçen gün artan bir kararlılık ve hızla sürdürmeye devam ediyoruz.